Düşünmeyen Aydınlar
Başlık:
Düşünmeyen Aydınlar
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-09-03
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/32
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Düşünmeyen aydınlar
Düşünürü, yazarı, sanatçısıyla hemen bütün aydınlarımızın siyasal durumdan söz ederken bir dudak büküşleri, küskün bir omuz silkişleri vardır:
— Bizim partilerarası mücadelemizde düşünce ayrılıkları hiç rol oynamıyor, bütün mücadele şahıslar etrafında dönüyor; böyle memlekette demokrasi elbette soysuzlaşır, derler.
İsterler ki partilere gökten zembille fikriyat insin, kendileri de gökten bir partiye inecek fikriyatla öbür partiye inecek fikriyatı şöyle bir tartıp içlerinden birini benimseyiversinler..
Böyle bir davranış, bir memleketin aydınları için, kendi acizlerini, yetersizliklerini itiraf etmekten başka bir şey değildir.
«Fikriyat» denen nesne hiç bir memlekette partilere gökten inmez; politikacılar tarafından da yapılmaz. Ancak bir memleketin, düşünürü, yazarı, sanatçısıyla bütün aydınları, hiç değilse aydınlarından büyük bir kısmı, memleket meseleleriyle yakından ilgilenmeğe başladıktan, bu meseleler üzerinde düşünmeyi iş edindikten sonradır ki sosyal partilerde fikriyat denen nesne ortaya çıkar.
Cumhuriyet Halk Partisi, fikir temeli olan bir parti olarak kurulmuştu. Bu partinin yolunu çizerken Atatürk'le İnönü, birer siyaset adamından çok birer fikir adamı gibi davranmışlardı. Aydınlarımızın büyük çoğunluğu da, tek parti devrinde, C.H.P. nin fikriyatını benimseyip gizlemişlerdi.
Çok partili demokratik hayata geçilip. C.H.P. de dahil bütün partiler, demokrasinin icabı olan iktidar mücadelesine başladıktan sonra, aydınlarımız daha erginlik çağına girmeden öksüz kalmış zavallı çocuklara dönüverdiler. Kafaları, başkaları tarafından yemek yedirilmeğe alışıp da günün birinde yemek vakti yalnız bırakılan çocuklar gibi, gıdasız kalıverdi.
Gerçi, mücadele yapan partilerden hiç değilse birinin, Cumhuriyet Halk Partisinin, eskiden kalma bir fikir temeli gene vardı. Ama bu fikir temeliyle günün ihtiyaçları arasında bağlantı kurabilmek, çok partili demokratik hayata girildiğinden beri, artık siyaset adamlarından önce, aydınlara düşüyordu. Aydınlarımız henüz bunun farkına varmamış, düşünebilmek için hâlâ siyaset adamlarından önderlik bekler görünüyorlar.
Tek parti devrinin alışkanlıklarından kendini kurtaramamış olanlar, siyaset adamlarımızdan önce aydınlarımızdır. Çoğu, elini kolunu bağlamış, bir kurtarıcı beklemektedir.
Oysa, gerçek aydına, kurtarıcı aramak değil, kurtarıcı olmak yaraşır. Başkalarını kurtarmak için uğraşmağa üşense bile, kendi kendini olsun kurtarabilmelidir.
Başkasının yardımı olmaksızın yüzemeyen adama nasıl yüzücü denemezse, başkasının önderliği olmadan düşünemeyen adama da düşünür denemez. Bizim aydınlarımızınsa çoğu, başkasının önderliği olmadan düşünemeyen aydınlardır. Onun için ancak sözde-aydındırlar.
Partilerarası mücadelede düşünce ayrılıkları rol oynamıyorsa, bu aydınlarımızın ayrılabilecek kadar düşünemez olmalarındandır. Demokrasi mücadelemiz şahıslar etrafında dönüp soysuzlaşıyorsa, bu aydınlarımızın şahısları putlaştırmağa alışmıs olmalarındandır.
Bu putlar kırıldıkça aydınlarımızın da hayalleri kırılmakta, bu hayal kırıklığı yüzünden umutlarını, geleceğe güvenlerini yitirip küsmekte, bu memlekete, bu memleketin dertlerine küsmektedirler. Hem o kadar küsmektedirler ki, yazılan romanlara, hikâyelere, piyes ve şiirlere, hattâ birçok makalelere bakılacak olsa, bunların «sosyal-gerçekçi» geçinenlerinden ve memleketimizdeki siyasal mücadeleyle ilgili görünenlerinden bile pek çoğunda bu memleketin gerçek sosyal dertlerine rastlanamaz. Gerçi bir takım sosyal dertler üzerinde durulur, fakat bunlardan çoğu tercüme dertlerdir. Bir çeşit intihaldir. Üslûbuna, tekniğine özendikleri bir yabancı yazarın, üslûbuyla, tekniğiyle beraber, kendi toplumunu ilgilendiren dertlerini de dilimize aktarmakla yetinmişlerdir.
Bülent ECEVİT
Düşünmeyen aydınlar
Düşünürü, yazarı, sanatçısıyla hemen bütün aydınlarımızın siyasal durumdan söz ederken bir dudak büküşleri, küskün bir omuz silkişleri vardır:
— Bizim partilerarası mücadelemizde düşünce ayrılıkları hiç rol oynamıyor, bütün mücadele şahıslar etrafında dönüyor; böyle memlekette demokrasi elbette soysuzlaşır, derler.
İsterler ki partilere gökten zembille fikriyat insin, kendileri de gökten bir partiye inecek fikriyatla öbür partiye inecek fikriyatı şöyle bir tartıp içlerinden birini benimseyiversinler..
Böyle bir davranış, bir memleketin aydınları için, kendi acizlerini, yetersizliklerini itiraf etmekten başka bir şey değildir.
«Fikriyat» denen nesne hiç bir memlekette partilere gökten inmez; politikacılar tarafından da yapılmaz. Ancak bir memleketin, düşünürü, yazarı, sanatçısıyla bütün aydınları, hiç değilse aydınlarından büyük bir kısmı, memleket meseleleriyle yakından ilgilenmeğe başladıktan, bu meseleler üzerinde düşünmeyi iş edindikten sonradır ki sosyal partilerde fikriyat denen nesne ortaya çıkar.
Cumhuriyet Halk Partisi, fikir temeli olan bir parti olarak kurulmuştu. Bu partinin yolunu çizerken Atatürk'le İnönü, birer siyaset adamından çok birer fikir adamı gibi davranmışlardı. Aydınlarımızın büyük çoğunluğu da, tek parti devrinde, C.H.P. nin fikriyatını benimseyip gizlemişlerdi.
Çok partili demokratik hayata geçilip. C.H.P. de dahil bütün partiler, demokrasinin icabı olan iktidar mücadelesine başladıktan sonra, aydınlarımız daha erginlik çağına girmeden öksüz kalmış zavallı çocuklara dönüverdiler. Kafaları, başkaları tarafından yemek yedirilmeğe alışıp da günün birinde yemek vakti yalnız bırakılan çocuklar gibi, gıdasız kalıverdi.
Gerçi, mücadele yapan partilerden hiç değilse birinin, Cumhuriyet Halk Partisinin, eskiden kalma bir fikir temeli gene vardı. Ama bu fikir temeliyle günün ihtiyaçları arasında bağlantı kurabilmek, çok partili demokratik hayata girildiğinden beri, artık siyaset adamlarından önce, aydınlara düşüyordu. Aydınlarımız henüz bunun farkına varmamış, düşünebilmek için hâlâ siyaset adamlarından önderlik bekler görünüyorlar.
Tek parti devrinin alışkanlıklarından kendini kurtaramamış olanlar, siyaset adamlarımızdan önce aydınlarımızdır. Çoğu, elini kolunu bağlamış, bir kurtarıcı beklemektedir.
Oysa, gerçek aydına, kurtarıcı aramak değil, kurtarıcı olmak yaraşır. Başkalarını kurtarmak için uğraşmağa üşense bile, kendi kendini olsun kurtarabilmelidir.
Başkasının yardımı olmaksızın yüzemeyen adama nasıl yüzücü denemezse, başkasının önderliği olmadan düşünemeyen adama da düşünür denemez. Bizim aydınlarımızınsa çoğu, başkasının önderliği olmadan düşünemeyen aydınlardır. Onun için ancak sözde-aydındırlar.
Partilerarası mücadelede düşünce ayrılıkları rol oynamıyorsa, bu aydınlarımızın ayrılabilecek kadar düşünemez olmalarındandır. Demokrasi mücadelemiz şahıslar etrafında dönüp soysuzlaşıyorsa, bu aydınlarımızın şahısları putlaştırmağa alışmıs olmalarındandır.
Bu putlar kırıldıkça aydınlarımızın da hayalleri kırılmakta, bu hayal kırıklığı yüzünden umutlarını, geleceğe güvenlerini yitirip küsmekte, bu memlekete, bu memleketin dertlerine küsmektedirler. Hem o kadar küsmektedirler ki, yazılan romanlara, hikâyelere, piyes ve şiirlere, hattâ birçok makalelere bakılacak olsa, bunların «sosyal-gerçekçi» geçinenlerinden ve memleketimizdeki siyasal mücadeleyle ilgili görünenlerinden bile pek çoğunda bu memleketin gerçek sosyal dertlerine rastlanamaz. Gerçi bir takım sosyal dertler üzerinde durulur, fakat bunlardan çoğu tercüme dertlerdir. Bir çeşit intihaldir. Üslûbuna, tekniğine özendikleri bir yabancı yazarın, üslûbuyla, tekniğiyle beraber, kendi toplumunu ilgilendiren dertlerini de dilimize aktarmakla yetinmişlerdir.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Düşünmeyen Aydınlar,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 3 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/676 ulaşıldı.