Bir Çocuğun İntiharı
Başlık:
Bir Çocuğun İntiharı
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-04-06
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/31
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Bir çocuğun intiharı
Bazan gezetelerin ölüm ilânları arasında bir sevimli çocuk resmi görürsünüz. Gözlerinde henüz ne hayatı bilmenin acılığı vardır, ne bir kötülüğün gölgesi.. O küçük yaşta neden, nasıl öldüğüne ilânda dokunulmamıştır. Sonra, gazetedeki zabıta haberlerine bakarken, gene o çocuğun adına rastlarsınız: Bir kabahatinden ötürü işittiği ağır sözlere, çarpıldığı haysiyet kırıcı sözlere dayanamayıp intihar etmiş olduğunu öğrenirsiniz.
12-13 yaşlarında bir çocuğun kabahati ne olabilir? Ya bir yalan söylemiştir, ya haylazlık edip kırık not almış, sınıfta kalmıştır, ya dersten kaçıp sinamaya gitmiştir.
12-13 yaşında, henüz iyiyle kötüyü ayırt edemiyecek bir çocuğun bu kabahatlerden birini işlemiş olması, hattâ üstüste işlemesi mi kötülüktür, yoksa bu kabahatlerden birini işlediği için eğitimine daha çok itina göstermek gerekirken, onu, o küçük yaşta, hayatın ne olduğunu daha bilemiyeceği yaşta, hayattan bezdirmek mi? Yirminci yüzyılda bir toplumun medeniyet seviyesi böyle bir soruya verilecek cevapla da ölçülebilir!
O yaşta bir çocuk, iyi de kötü de, ahlâklı da ahlâksız da olamaz. Doğru sözlü de yalancı da, çalışkan da haylaz da olamaz.
Onun kabahatlerinden, ya evinde ve çevresinde edindiği görgü ya okulda gördüğü eğitim sorumludur.
Bu sorumluluğun cezasını, bir çocuğa, onun küçücük hayatı ile ödettirmek, ne insafa ne de yirminci yüzyıldaki medeni toplumların ahlâk ve eğitim anlayışına sığar.
Okullarımızda eğitim usûllerlne dair bazı duyduklarımız bizim henüz falakalı eğitim ziniyetinden ayrılamadığımızı, evvelce hiç değilse çocuğun yalnız vücudunu acıtan bir ceza sisteminin, şimdi, falaka âdeti kaldırılmakla, çok daha zararlı bir mânevî işkence hâline getirilip devam ettirildiğini göstermektedir.
Son günlerde gazetelere üstü kapalı olarak akseden bir küçük haber de, öğrendiğimize göre, bu acı gerçeğin yeni bir belirtisidir.
O küçücük haberin altında gizli faciayı ortaya sermekte fayda görmüyoruz. Çünkü mesele, böyle bir münferit hadiseden sorumlu olanların teşhir edilmesiyle değil, ancak, evde ve okuldaki eğitim zihniyetimizin baştan aşağı değişmesile hâlledilebilecek bir meseledir.
Eğer bir çocuk doğuştan anormalse, onun zaten özel bir eğitim görmesi gerekir. Doğuştan anormal olmayan bir çocuğunsa, hayattan bezdirici cezalara çarptırılmasını, o derecede ezici mânevi işkencelere tapi tutulmasını haklı gösterecek hiç bir suçu olamaz.
Eğitim, sorumluluğu en ağır olan iştir. Bu sorumluluğu hafiften alıp ta, işini kestirme yoldan, insafsızca cezalar ve mânevi işkencelerle geçiştiremeğe kalkışacak kimseler, öğretmen adına lâyık değildirler.
Millî Eğitim Bakanlığı, zanam zaman gazetelerde okuduğumuz öğrenci intiharlarını bir uyarma çanı sayıp artık harekete geçmelidir.
Bülent ECEVİT
Bir çocuğun intiharı
Bazan gezetelerin ölüm ilânları arasında bir sevimli çocuk resmi görürsünüz. Gözlerinde henüz ne hayatı bilmenin acılığı vardır, ne bir kötülüğün gölgesi.. O küçük yaşta neden, nasıl öldüğüne ilânda dokunulmamıştır. Sonra, gazetedeki zabıta haberlerine bakarken, gene o çocuğun adına rastlarsınız: Bir kabahatinden ötürü işittiği ağır sözlere, çarpıldığı haysiyet kırıcı sözlere dayanamayıp intihar etmiş olduğunu öğrenirsiniz.
12-13 yaşlarında bir çocuğun kabahati ne olabilir? Ya bir yalan söylemiştir, ya haylazlık edip kırık not almış, sınıfta kalmıştır, ya dersten kaçıp sinamaya gitmiştir.
12-13 yaşında, henüz iyiyle kötüyü ayırt edemiyecek bir çocuğun bu kabahatlerden birini işlemiş olması, hattâ üstüste işlemesi mi kötülüktür, yoksa bu kabahatlerden birini işlediği için eğitimine daha çok itina göstermek gerekirken, onu, o küçük yaşta, hayatın ne olduğunu daha bilemiyeceği yaşta, hayattan bezdirmek mi? Yirminci yüzyılda bir toplumun medeniyet seviyesi böyle bir soruya verilecek cevapla da ölçülebilir!
O yaşta bir çocuk, iyi de kötü de, ahlâklı da ahlâksız da olamaz. Doğru sözlü de yalancı da, çalışkan da haylaz da olamaz.
Onun kabahatlerinden, ya evinde ve çevresinde edindiği görgü ya okulda gördüğü eğitim sorumludur.
Bu sorumluluğun cezasını, bir çocuğa, onun küçücük hayatı ile ödettirmek, ne insafa ne de yirminci yüzyıldaki medeni toplumların ahlâk ve eğitim anlayışına sığar.
Okullarımızda eğitim usûllerlne dair bazı duyduklarımız bizim henüz falakalı eğitim ziniyetinden ayrılamadığımızı, evvelce hiç değilse çocuğun yalnız vücudunu acıtan bir ceza sisteminin, şimdi, falaka âdeti kaldırılmakla, çok daha zararlı bir mânevî işkence hâline getirilip devam ettirildiğini göstermektedir.
Son günlerde gazetelere üstü kapalı olarak akseden bir küçük haber de, öğrendiğimize göre, bu acı gerçeğin yeni bir belirtisidir.
O küçücük haberin altında gizli faciayı ortaya sermekte fayda görmüyoruz. Çünkü mesele, böyle bir münferit hadiseden sorumlu olanların teşhir edilmesiyle değil, ancak, evde ve okuldaki eğitim zihniyetimizin baştan aşağı değişmesile hâlledilebilecek bir meseledir.
Eğer bir çocuk doğuştan anormalse, onun zaten özel bir eğitim görmesi gerekir. Doğuştan anormal olmayan bir çocuğunsa, hayattan bezdirici cezalara çarptırılmasını, o derecede ezici mânevi işkencelere tapi tutulmasını haklı gösterecek hiç bir suçu olamaz.
Eğitim, sorumluluğu en ağır olan iştir. Bu sorumluluğu hafiften alıp ta, işini kestirme yoldan, insafsızca cezalar ve mânevi işkencelerle geçiştiremeğe kalkışacak kimseler, öğretmen adına lâyık değildirler.
Millî Eğitim Bakanlığı, zanam zaman gazetelerde okuduğumuz öğrenci intiharlarını bir uyarma çanı sayıp artık harekete geçmelidir.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Bir Çocuğun İntiharı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/582 ulaşıldı.