Susturulamayacak Ses
Başlık:
Susturulamayacak Ses
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-01-20
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/30
Metin:
Günün IŞIĞINDA
Susturulamıyacak ses
İçişleri Komisyonunda bazı Demokrat Partili Milletvekilleri, üniversite bağımsızlığını zedeliyen hükümlerin, komünist propagandası yapacak profesörler kolayca işlerinden uzaklaştırılabilsin diye kanunda alıkonulmasını istediler. İktidar sözcüsü gazetenin dünkü baş yazısı da bu düşünceyi benimsiyordu.
Oysa ki iktidar bugüne kadar, söz konusu kanun hükmünü üniversite profesörlerinin komünizm propagandası yaptıkları iddiasile değil, günlük politikaya karıştıkları iddiasile uygulamış veya uygulamağa teşebbüs etmiştir.
Bunun komünizm propagandasına karşı bir tedbir olarak düşünülmüş olduğu iddiası ilk defa ortaya atılmaktadır. Böylece, Tasfiye Kanununun 2 nci maddesi şimdi, komünizme karşı tedbir bahanesi altında alıkonularak, gerçekte gene bir siyasi baskı vasıtası olarak kullanılmaya devam edecek demektir.
Ankara Üniversite Senatosunun 17 Ocak tarihli tebliğinde de hatırlatıldığı gibi, «komünizm propagandası kanunların cezai müeyyidelere bağladığı bir suçtur». Buna rağmen, söz konusu maddeyi de, komünizme karşı tedbirli olmak bahanesile, kanunda alıkoymak, iyi niyete verilemez, iktidarın üniversite bağımsızlığına saygısı üzerindeki ciddi şüpheleri doğrulamaktan geri kalamaz.
Başbakan Menderes'in dördüncü hükümetine ait programda üniversite bağımsızlığından hiç bahsetmemiş olmasındaki âmil de şimdi, tereddüde yer bırakmıyacak bir şekilde aydınlanmış oluyor.
Bütün demokratik memleketlerde üniversite mensuplarına devlet memurllarından daha geniş teminat ve siyasi hürriyet tanınmışken, bizde üniversite profesörlerinin devlet memurlarından da teminatsız halde tutulmaları, tayinlerindeki şekle bakılmaksızın bakanlık emrine alınabilmelerine imkân verilmesi, bugünkü iktidarın üniversiteye bağımsızlık, üniversite hocasına düşünce ve ifade serbestliği tanımaktan ne kadar çekindiğine açık bir delildir.
İktidar sözcüsü gazetenin dünkü baş yazısında ise bu çekingenlik üniversiteye ve bilim adamına karşı saygısızlık derecesine varan bir ifadeye bürünmüştür.
Baş yazıda şöyle denilmektedir:
«Meclis'te konuşan Mebus vicdanının sesini dile getirir. Ne Üniversite Senatosu, ne herhangi başka bir müessese, bir topluluk, bir zümre, kendisinde, bu vicdan sesini tesir altına almak cesaretini göremez, görmemelidir. Üniversite Senatosu, Üniversiteler Kanununun kendisine tanıdığı vazife ve selâhiyet hudutları içinde çalışmaya mecbur olan bir resmî heyettir.»
«Milletvekili» sözü değiştirilip «mebus» yapılmakla, B.M. M. üyeleri milletin vekilleri olmaktan çıkmış değillerdir. Elbette, herhangi bir vatandaş kadar, herhangi bir kurum da, o arada bir üniversite kurulu da, milletvekillerine, hem de milletvekillerinin «vicdanı» na tesir ederek, kendi haklarını korumağa yetkilidir. Eğer bir üniversite senatosunun, bu yetkiyi kullanarak; kendi haklarını, kendi bağımsızlığını korumağa teşebbüs etmesi aşırı bir «cesaret» sayılıp iktidar sözcüsü gazetede ağır bir dille tenkid edilebiliyorsa, o memlekette demokrasi yok demektir. Eğer bir üniversite senatosunun «vazife ve selâhiyet hudutları» böyle bir yetkinin kullanılmasına bile imkân vermiyecek kadar daraltılmışsa, o memlekette üniversite bağımsızlığı, bilim hürriyeti, düşüncee serbestliği, yok demektir.
Demokratik memleketlerde «tesir altına almak cesareti» gösterilemiyecek bir «vicdan sesi» varsa, o da ancak bilim adamlarının, fikir adamlarının, üniversite hocalarının vicdan sesidir. İşte, Ankara Üniversitesi Senatosu da, bugünkü iktidar kendinde bu cesareti, üniversite hocasının vicdanına tesir etme, hattâ tesirden de ileri gidip bu vicdanın sesini susturma cesaretini gördüğü içindir ki huzursuzdur, rahatsızdır bunun içindir ki 17 Ocak tarihli tebliği yayınlamak zorunda kalmıştır.
Bülent ECEVİT
Susturulamıyacak ses
İçişleri Komisyonunda bazı Demokrat Partili Milletvekilleri, üniversite bağımsızlığını zedeliyen hükümlerin, komünist propagandası yapacak profesörler kolayca işlerinden uzaklaştırılabilsin diye kanunda alıkonulmasını istediler. İktidar sözcüsü gazetenin dünkü baş yazısı da bu düşünceyi benimsiyordu.
Oysa ki iktidar bugüne kadar, söz konusu kanun hükmünü üniversite profesörlerinin komünizm propagandası yaptıkları iddiasile değil, günlük politikaya karıştıkları iddiasile uygulamış veya uygulamağa teşebbüs etmiştir.
Bunun komünizm propagandasına karşı bir tedbir olarak düşünülmüş olduğu iddiası ilk defa ortaya atılmaktadır. Böylece, Tasfiye Kanununun 2 nci maddesi şimdi, komünizme karşı tedbir bahanesi altında alıkonularak, gerçekte gene bir siyasi baskı vasıtası olarak kullanılmaya devam edecek demektir.
Ankara Üniversite Senatosunun 17 Ocak tarihli tebliğinde de hatırlatıldığı gibi, «komünizm propagandası kanunların cezai müeyyidelere bağladığı bir suçtur». Buna rağmen, söz konusu maddeyi de, komünizme karşı tedbirli olmak bahanesile, kanunda alıkoymak, iyi niyete verilemez, iktidarın üniversite bağımsızlığına saygısı üzerindeki ciddi şüpheleri doğrulamaktan geri kalamaz.
Başbakan Menderes'in dördüncü hükümetine ait programda üniversite bağımsızlığından hiç bahsetmemiş olmasındaki âmil de şimdi, tereddüde yer bırakmıyacak bir şekilde aydınlanmış oluyor.
Bütün demokratik memleketlerde üniversite mensuplarına devlet memurllarından daha geniş teminat ve siyasi hürriyet tanınmışken, bizde üniversite profesörlerinin devlet memurlarından da teminatsız halde tutulmaları, tayinlerindeki şekle bakılmaksızın bakanlık emrine alınabilmelerine imkân verilmesi, bugünkü iktidarın üniversiteye bağımsızlık, üniversite hocasına düşünce ve ifade serbestliği tanımaktan ne kadar çekindiğine açık bir delildir.
İktidar sözcüsü gazetenin dünkü baş yazısında ise bu çekingenlik üniversiteye ve bilim adamına karşı saygısızlık derecesine varan bir ifadeye bürünmüştür.
Baş yazıda şöyle denilmektedir:
«Meclis'te konuşan Mebus vicdanının sesini dile getirir. Ne Üniversite Senatosu, ne herhangi başka bir müessese, bir topluluk, bir zümre, kendisinde, bu vicdan sesini tesir altına almak cesaretini göremez, görmemelidir. Üniversite Senatosu, Üniversiteler Kanununun kendisine tanıdığı vazife ve selâhiyet hudutları içinde çalışmaya mecbur olan bir resmî heyettir.»
«Milletvekili» sözü değiştirilip «mebus» yapılmakla, B.M. M. üyeleri milletin vekilleri olmaktan çıkmış değillerdir. Elbette, herhangi bir vatandaş kadar, herhangi bir kurum da, o arada bir üniversite kurulu da, milletvekillerine, hem de milletvekillerinin «vicdanı» na tesir ederek, kendi haklarını korumağa yetkilidir. Eğer bir üniversite senatosunun, bu yetkiyi kullanarak; kendi haklarını, kendi bağımsızlığını korumağa teşebbüs etmesi aşırı bir «cesaret» sayılıp iktidar sözcüsü gazetede ağır bir dille tenkid edilebiliyorsa, o memlekette demokrasi yok demektir. Eğer bir üniversite senatosunun «vazife ve selâhiyet hudutları» böyle bir yetkinin kullanılmasına bile imkân vermiyecek kadar daraltılmışsa, o memlekette üniversite bağımsızlığı, bilim hürriyeti, düşüncee serbestliği, yok demektir.
Demokratik memleketlerde «tesir altına almak cesareti» gösterilemiyecek bir «vicdan sesi» varsa, o da ancak bilim adamlarının, fikir adamlarının, üniversite hocalarının vicdan sesidir. İşte, Ankara Üniversitesi Senatosu da, bugünkü iktidar kendinde bu cesareti, üniversite hocasının vicdanına tesir etme, hattâ tesirden de ileri gidip bu vicdanın sesini susturma cesaretini gördüğü içindir ki huzursuzdur, rahatsızdır bunun içindir ki 17 Ocak tarihli tebliği yayınlamak zorunda kalmıştır.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Susturulamayacak Ses,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 27 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/552 ulaşıldı.