Zavallı Hoca!
Başlık:
Zavallı Hoca!
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", Sayı: 11732, s. 1
Tarih:
1955-08-21
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/29
Metin:
GÜNÜN Işığında
Zavallı hoca!
Siyasetle ilgilenmek istemedikleri için kendilerini bugünkü hürriyet mücadelesinin dışında — daha doğrusu üstünde — gören birkısım aydınlar, bir noktada yanılıyorlar: Hürriyet mücadelesi, aslında siyasî bir mücadele değildir. Ruhî bir mücadeledir. Ancak bu ruhî mücadelenin birçok kimsede birden dışa vurup kollektif bir şekil almasındadır ki ona bir siyasi mücadele görünümünü verir.
Ne şair, ne ressam, ne de bestecinin, ne filozof, ne bilgin ne de yazarın istediği hürriyet, politikacının istediği, uğrunda mücadele ettiği hürriyetten ayrılabilir.
Eğer bugün bizdeki hürriyet mücadelesi bir soyut (mücerret) hürriyet mücadelesi gibi görünüyorsa, aydınlar bunun suçunu politikacılarda değil, kendilerinde, kendilerini bu mücadelede saf dışı tutmalarında aramalıdırlar. Onlar ya kendi içlerinde bir hürriyet mücadelesi geçirmedikleri ya da bu iç mücadelelerini baskı altında tuttukları içindir ki bugün memleketimizde yapılan hürriyet mücadelsi böyle soyut bir görünüm taşımakta, anayasa teminatı, isbat hakkı, toplantı hürriyeti gibi şekil, hattâ adilâne kâğıt ve resmi ilân tevzî gibi teferruat meselelerine münhasır kalmaktadır.
Batı Avrupa'da hürriyet mücaddesi, daha siyasî parti diye bir şey bilinmezken ortaya çıkmıştı. Bu mücadele, kiliselerde, üniversitelerde, felsefe okullarında, edebiyatçı çevrelerinde, hattâ besteci ve ressam stüdyolarında başlamıştı.
Buralarda münferit olarak başlayıp dışa vuran hürriyet mücadelesi zamanla o kadar yayılıp kollektif bir hâl almıştır ki, sonunda siyasî partiler bu mücadeleyi benimsiyerek geniş halk kitlelerine mal etmişlerdir.
Bir toplumun ilerleme hızı ve yaşama gücü, her alanda yaratıcı insanlar çoğaldıkça artar.
Her yaratıcı insan da, devamlı bir hürriyet mücadelesi yapmak zorundadır. Karşısında önce kendi muhafazacılık eğlimini, sonra toplumun muhafazacılığını, en sonra da, mevkilerinden emin olabilmek için toplum düzeninin hep aynı kalmasını istiyen idarecilerin muhafazacılığını bulur.
Bizdeki hürriyet mücadelesi, işte yalnız bu en son safhada cereyan etmektedir. Onun için de içi boş, arkası gelmiyen, besleyici kökleri olmıyan cılız bir mücadele, havada, soyut bir mücadele olarak kalmaktadır.
Kendilerini bugünkü hürriyet mücadelesinin dışında yahut üstünde gören aydınlar, aslında, yapacak bir hürriyet mücadelesi olmıyan, ya da kendi hürriyet mücadelesini bile baskı altında tutan kimselerdir.
Böyle kaldıkları müddetçe memlekette hiçbir şeyden şikâyet etmeğe hakları yoktur.
Türkiye'de bugünün hürriyet mücadelesi yapan politikacısı, köyün şikâyetlerini bildirmek için arkasına köy halkını da takıp Timurleng'in huzuruna çıkan Narrettin Hoca durumundadır: Huzura çıkıp tam konuşmağa başlıyacağı sırada bir de başını arkaya çeviriyor ki, kimseler yek!
Bülent ECEVİT
Zavallı hoca!
Siyasetle ilgilenmek istemedikleri için kendilerini bugünkü hürriyet mücadelesinin dışında — daha doğrusu üstünde — gören birkısım aydınlar, bir noktada yanılıyorlar: Hürriyet mücadelesi, aslında siyasî bir mücadele değildir. Ruhî bir mücadeledir. Ancak bu ruhî mücadelenin birçok kimsede birden dışa vurup kollektif bir şekil almasındadır ki ona bir siyasi mücadele görünümünü verir.
Ne şair, ne ressam, ne de bestecinin, ne filozof, ne bilgin ne de yazarın istediği hürriyet, politikacının istediği, uğrunda mücadele ettiği hürriyetten ayrılabilir.
Eğer bugün bizdeki hürriyet mücadelesi bir soyut (mücerret) hürriyet mücadelesi gibi görünüyorsa, aydınlar bunun suçunu politikacılarda değil, kendilerinde, kendilerini bu mücadelede saf dışı tutmalarında aramalıdırlar. Onlar ya kendi içlerinde bir hürriyet mücadelesi geçirmedikleri ya da bu iç mücadelelerini baskı altında tuttukları içindir ki bugün memleketimizde yapılan hürriyet mücadelsi böyle soyut bir görünüm taşımakta, anayasa teminatı, isbat hakkı, toplantı hürriyeti gibi şekil, hattâ adilâne kâğıt ve resmi ilân tevzî gibi teferruat meselelerine münhasır kalmaktadır.
Batı Avrupa'da hürriyet mücaddesi, daha siyasî parti diye bir şey bilinmezken ortaya çıkmıştı. Bu mücadele, kiliselerde, üniversitelerde, felsefe okullarında, edebiyatçı çevrelerinde, hattâ besteci ve ressam stüdyolarında başlamıştı.
Buralarda münferit olarak başlayıp dışa vuran hürriyet mücadelesi zamanla o kadar yayılıp kollektif bir hâl almıştır ki, sonunda siyasî partiler bu mücadeleyi benimsiyerek geniş halk kitlelerine mal etmişlerdir.
Bir toplumun ilerleme hızı ve yaşama gücü, her alanda yaratıcı insanlar çoğaldıkça artar.
Her yaratıcı insan da, devamlı bir hürriyet mücadelesi yapmak zorundadır. Karşısında önce kendi muhafazacılık eğlimini, sonra toplumun muhafazacılığını, en sonra da, mevkilerinden emin olabilmek için toplum düzeninin hep aynı kalmasını istiyen idarecilerin muhafazacılığını bulur.
Bizdeki hürriyet mücadelesi, işte yalnız bu en son safhada cereyan etmektedir. Onun için de içi boş, arkası gelmiyen, besleyici kökleri olmıyan cılız bir mücadele, havada, soyut bir mücadele olarak kalmaktadır.
Kendilerini bugünkü hürriyet mücadelesinin dışında yahut üstünde gören aydınlar, aslında, yapacak bir hürriyet mücadelesi olmıyan, ya da kendi hürriyet mücadelesini bile baskı altında tutan kimselerdir.
Böyle kaldıkları müddetçe memlekette hiçbir şeyden şikâyet etmeğe hakları yoktur.
Türkiye'de bugünün hürriyet mücadelesi yapan politikacısı, köyün şikâyetlerini bildirmek için arkasına köy halkını da takıp Timurleng'in huzuruna çıkan Narrettin Hoca durumundadır: Huzura çıkıp tam konuşmağa başlıyacağı sırada bir de başını arkaya çeviriyor ki, kimseler yek!
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Zavallı Hoca!,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/451 ulaşıldı.