Hususî Hayatlar ve İsbat Hakkı
Başlık:
Hususî Hayatlar ve İsbat Hakkı
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", Sayı: 11708, s. 1
Tarih:
1955-07-25
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/29
Metin:
GÜNÜN Işığında
Hususî hayatlar ve isbat hakkı
DEVLET adamlarının ancak resmî hayatlariyle ilgili iddialar için basına ispat hakkı tanınmalı, hususi hayatları bu hakkın şumulü dışında bırakılmalı imiş!
Basına ispat hakkı tanınmasını istiyen bazı politikacı ve yazarlar, bu en tabiî hakkı bile basından esirgiyecek kadar garip zihniyetli insanlara isteklerini yumuşatarak gösterip kabul ettirebilmek ümidiyle olacak, böyle bir tez ileri sürüyor, "herkesin hususî hayatı yalnız kendini ilgilendirir" yollu tavizlerde bulunuyorlar.
İspat hakkı, basının, üzerinde tartışma bile kabul edilmiyecek kadar açık ve basit bir hakkıdır. Böyle bir hakkı, bir lûtuf istiyormuş gibi ezile büzüle istemekte mâna yoktur. Bu kadar açık bir hakkın mevzubahis olduğu yerde, o hakkı esirgiyenlere birtakım tavizlerde bulunmak, ancak hakkını istiyeni zayıf duruma düşürür.
İspat hakkı konusunda, meslekdaşlarımız olsun bu yolu tutmaktan kaçınmalıdırlar! Türkiye'de, gerçekleri bir lâf kalabalığı içinde yumuşatarak kendi kendini ve çevresini aldatmanın pek çok örneği görülmüş, fakat, en iyi niyetlerle yapıldığı hallerde bile, bundan memlekete bir hayır gelmemiştir.
«Herkesin hususi hayatı kendini ilgilendirir» yollu sözlerle kendi kendimizi ve çevremizi aldatmaktan da kimse bir şey kazanmış olmıyacaktır.
İnsanlar, vahşi hayvanlar gibi ormanlara çekilip birer başlarına yahut ikişer üçer yaşıyan yaratıklardan değildirler. Toplu yaşarlar. Toplu yaşadıkları, kendilerini toplu yaşamak zorunda hissettikleri için de yaşayışlarını bir düzene sokar, birbirlerinin yaşayışiyle ahenkleştirmeğe çalışırlar.
Demokratik bir memlekette hiç bir rütbe ve mevki, bazı insanlara bu düzenin dışına çıkıp istedikleri gibi yaşama yetkisini vermez.
Tersine, demokratik bir memlekette rütbe ve mevki ne kadar yükselirse, toplum düzenine, o düzenin ölçüsü olan ahlâk kurallarına o kadar daha çok bağlı kalmak gerekir.
Çünkü demokratik bir memlekette idareci durumuna gelenler, halktan kendilerine saygı bekliyebilmek için, önce kendileri halkın ahlâk anlayışına tam saygı göstermek, onun ahlâk ölçülerine sıkı sıkıya uymak zorundadırlar.
Böyle hareket etmez, yaşayışlariyle, toplumun ahlâk anlayışını umursamadıklarını gösterirlerse, ya mevkilerinde tutunamazlar, ya da, manevî müesseselerinin de korunmasından sorumlu oldukları milletin ahlâk seviyesinde düşüklüğe yol açarlar.
Birincisine örnek, İngilterede bir kıralın bile hususi hayatı yüzünden mevkiini bırakmak zorunda kalması, ikincisine örnekse bugün Fransa'yı temellerinden sarsan genel ahlâk düşüklüğüdür.
Kaldı ki, Fransız Milleti bile, hususi hayatıyla kendisine örnek olacak bir devlet adamına ne kadar hasret kaldığını, Mendes-France'ı kısa zaman içinde bir millî kahraman haline getirmekle göstermiştir. Şimdilik iktidar mevkiinden uzak bulunduğu halde Mendes-France'ın Fransa'daki prestiji, memlekete zaferler kazandırmış birçok büyük liderlerin prestijinden daha yüksektir.
Amerika'da halk, Başkan Eisenhower'in golf oynamasına bile karışır. İngiltere'de Prenses Margaret'in saraya geç dönmesi ertesi gün Londra basınında şiddetli tenkidlere yol açabilir.
Eden'in, kendisini terkeden birinci karısından boşanıp ikinci defa evlenmiş olması bile, bu temiz ve değerli insanın Başbakanlık mevkiine gelip gelemiyeceği konusunda ciddi tartışmalara yol açmıştı.
Batinin demokrasiyle ahlâkı bir arada yürütebilen olgun ülkelerinde, devlet adamlarının, milleti idare etmek durumunda bulunan insanların, hususi hayatları asgari hadde inmiştir. Bu asgari haddin üstünde onlar, vatandaşlarının gözleri önünde yaşarlar. Öyle yaşamaya mecburdurlar.
Onları buna mecbur tutan kuvvetlerin başında da basın gelir. Çünkü devlet adamlarının hususi hayatını halkın gözleri önüne seren pencere, basındır.
Böyle bir pencereden huzuru kaçan devlet adamları, o pencereye bir kara perde indirmeyi düşünmezler; eğer tahammülleri yoksa, pencerenin önünden çekilmek, yani mevkilerini terketmek basiretini gösterirler.
Basın devlet adamlarının hususi hayatını teşhir edemesin demek, yüksek idare mevkilerinin bazı insanlara her türlü ahlâk kuralları dışında yaşama imtiyazını bahşetmesine göz yummaktır.
Bu ise, yalnız o mevkilerin birer sefahat kalesi haline gelmesine değil, bütün memlekette ahlâk düzeninin temellerinde çürümesine de yol açabilir.
Bülend ECEVİT
Hususî hayatlar ve isbat hakkı
DEVLET adamlarının ancak resmî hayatlariyle ilgili iddialar için basına ispat hakkı tanınmalı, hususi hayatları bu hakkın şumulü dışında bırakılmalı imiş!
Basına ispat hakkı tanınmasını istiyen bazı politikacı ve yazarlar, bu en tabiî hakkı bile basından esirgiyecek kadar garip zihniyetli insanlara isteklerini yumuşatarak gösterip kabul ettirebilmek ümidiyle olacak, böyle bir tez ileri sürüyor, "herkesin hususî hayatı yalnız kendini ilgilendirir" yollu tavizlerde bulunuyorlar.
İspat hakkı, basının, üzerinde tartışma bile kabul edilmiyecek kadar açık ve basit bir hakkıdır. Böyle bir hakkı, bir lûtuf istiyormuş gibi ezile büzüle istemekte mâna yoktur. Bu kadar açık bir hakkın mevzubahis olduğu yerde, o hakkı esirgiyenlere birtakım tavizlerde bulunmak, ancak hakkını istiyeni zayıf duruma düşürür.
İspat hakkı konusunda, meslekdaşlarımız olsun bu yolu tutmaktan kaçınmalıdırlar! Türkiye'de, gerçekleri bir lâf kalabalığı içinde yumuşatarak kendi kendini ve çevresini aldatmanın pek çok örneği görülmüş, fakat, en iyi niyetlerle yapıldığı hallerde bile, bundan memlekete bir hayır gelmemiştir.
«Herkesin hususi hayatı kendini ilgilendirir» yollu sözlerle kendi kendimizi ve çevremizi aldatmaktan da kimse bir şey kazanmış olmıyacaktır.
İnsanlar, vahşi hayvanlar gibi ormanlara çekilip birer başlarına yahut ikişer üçer yaşıyan yaratıklardan değildirler. Toplu yaşarlar. Toplu yaşadıkları, kendilerini toplu yaşamak zorunda hissettikleri için de yaşayışlarını bir düzene sokar, birbirlerinin yaşayışiyle ahenkleştirmeğe çalışırlar.
Demokratik bir memlekette hiç bir rütbe ve mevki, bazı insanlara bu düzenin dışına çıkıp istedikleri gibi yaşama yetkisini vermez.
Tersine, demokratik bir memlekette rütbe ve mevki ne kadar yükselirse, toplum düzenine, o düzenin ölçüsü olan ahlâk kurallarına o kadar daha çok bağlı kalmak gerekir.
Çünkü demokratik bir memlekette idareci durumuna gelenler, halktan kendilerine saygı bekliyebilmek için, önce kendileri halkın ahlâk anlayışına tam saygı göstermek, onun ahlâk ölçülerine sıkı sıkıya uymak zorundadırlar.
Böyle hareket etmez, yaşayışlariyle, toplumun ahlâk anlayışını umursamadıklarını gösterirlerse, ya mevkilerinde tutunamazlar, ya da, manevî müesseselerinin de korunmasından sorumlu oldukları milletin ahlâk seviyesinde düşüklüğe yol açarlar.
Birincisine örnek, İngilterede bir kıralın bile hususi hayatı yüzünden mevkiini bırakmak zorunda kalması, ikincisine örnekse bugün Fransa'yı temellerinden sarsan genel ahlâk düşüklüğüdür.
Kaldı ki, Fransız Milleti bile, hususi hayatıyla kendisine örnek olacak bir devlet adamına ne kadar hasret kaldığını, Mendes-France'ı kısa zaman içinde bir millî kahraman haline getirmekle göstermiştir. Şimdilik iktidar mevkiinden uzak bulunduğu halde Mendes-France'ın Fransa'daki prestiji, memlekete zaferler kazandırmış birçok büyük liderlerin prestijinden daha yüksektir.
Amerika'da halk, Başkan Eisenhower'in golf oynamasına bile karışır. İngiltere'de Prenses Margaret'in saraya geç dönmesi ertesi gün Londra basınında şiddetli tenkidlere yol açabilir.
Eden'in, kendisini terkeden birinci karısından boşanıp ikinci defa evlenmiş olması bile, bu temiz ve değerli insanın Başbakanlık mevkiine gelip gelemiyeceği konusunda ciddi tartışmalara yol açmıştı.
Batinin demokrasiyle ahlâkı bir arada yürütebilen olgun ülkelerinde, devlet adamlarının, milleti idare etmek durumunda bulunan insanların, hususi hayatları asgari hadde inmiştir. Bu asgari haddin üstünde onlar, vatandaşlarının gözleri önünde yaşarlar. Öyle yaşamaya mecburdurlar.
Onları buna mecbur tutan kuvvetlerin başında da basın gelir. Çünkü devlet adamlarının hususi hayatını halkın gözleri önüne seren pencere, basındır.
Böyle bir pencereden huzuru kaçan devlet adamları, o pencereye bir kara perde indirmeyi düşünmezler; eğer tahammülleri yoksa, pencerenin önünden çekilmek, yani mevkilerini terketmek basiretini gösterirler.
Basın devlet adamlarının hususi hayatını teşhir edemesin demek, yüksek idare mevkilerinin bazı insanlara her türlü ahlâk kuralları dışında yaşama imtiyazını bahşetmesine göz yummaktır.
Bu ise, yalnız o mevkilerin birer sefahat kalesi haline gelmesine değil, bütün memlekette ahlâk düzeninin temellerinde çürümesine de yol açabilir.
Bülend ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Hususî Hayatlar ve İsbat Hakkı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/427 ulaşıldı.