İhsan Cemal Karaburçak
Başlık:
İhsan Cemal Karaburçak
Kaynak:
Ulus, "Sanat Köşesi", s. 4
Tarih:
1952-04-13
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/21
Metin:
RESİM:
İhsan Cemal Karaburçak
Yazan: Bülend ECEVİT
Uzun zaman dışarda kalan ve kendi başına resim çalışan İhsan Cemal Karaburçak'ı Ankara'lılar, ancak birkaç yıl önce ve olgunluk cağının eserleriyle tanımaya başlamışlardır.
Karaburçak, modern olup da modacı olmıyan resim kültürünü Fransızlardan alıp da Fransız olmıyan sayılı ressamlarımızdandır. Durulmayı, bir yere varıp orada kalmayı mazur gösterebilecek bir yaşta olduğu hâlde usanmaz bir araştırmacıdır, daimî bir gelişme halindedir Hepsinin üstünde de, şahsiyet sahibidir.
Karaburçak'ın resimlerinde Fransızlık bulunmamakla beraber millîlik de yok! Bunu, aleyhinde bir nokta olarak göstermek çok dar görüşlülük olur. Bizim için. Batı tekniğiyle "millî" resim yapabilmek, hâlli çok güç bir meseledir. Üstelik, günümüzün Batı dünyasında milli sanat peşinde koşmanın doğru olup olmadığı da tartışılacak bir konudur. Günümüzün Batı dünyası, sanatçıdan millîlik değil, şahsiyet bekliyor. Ne Hollandalı Van Gogh'un ne İspanyalı Picasso'nun, ne de İsviçreli Klee'nin millî tarafı vardır. Onları Batı dünyasına büyük birer değer olarak kabul ettiren, evvelâ, şahsiyet sahibi oluşlarıdır.
Bu nitelik İ. C. Karaburcak'ta da görülüyor.
Resimlerine yer yer Bonnard'dan, Matisse'den, Van Gogh'dan birer esinti değmemiş değil belki! Ama sadece birer esinti: Tesadüfen gelmiş, tuvallere şöyle bir dokunup geçmiş; o kadar!..
Türk Havacılık Derneği Ankara Kulübü Lokalinde (Türk Hava Kurumu binasının zemin katında) açılan yeni sergisi, ressamın 1935'ten beri geçirdiği evrimi gösterecek şekilde, kronolojik bir sıraya göre tertiplenmiş. Bu sıradan, Karaburçak'ın şimdiki yoluna 1947 — 48 de girdiği anlaşılıyor. Biz de, yalnız o tarihten bu yana yapılmış resimlerini yazımıza esas olarak alıyoruz
Karaburçak, şu yahut bu Fransız ressamının taklitçisi olmadıktan başka, belirli okullardan birine de bağlanamaz. Üslûbuna ille bir "izm"' yakıştırmak istersek, en uygunu (expressionisme) olur. Expressionisme de bir okuldan çok bir temayülü ifade eder, estetik olmaktan ziyade psikolojik bir deyimdir, ve şahsiyete bütün resim okullarınınkinden daha yüksek bir yer verir.
Genel olarak expressioniste'ler, objektif tabiat tahlili ile realistler kadar ilgili değillerdir (impressionisme, pointillisme, fauvisme, kübizm, hattâ abstract ve non-figurative sanat okullarına da realizm çerçevesi içinde görüyoruz).
Expressioniste'lerde tabiat tahlili ya tesadüfidir, ya da sübjektif faktörlere bağlıdır. Onun için bu tahlilin sonuçları bazen süprizlerle dolu, hattâ gayrı mantıki olabilir.
İşte, İhsan Cemal Karaburçak da, resimlerini nekadar tabiat karşısında yaparsa yapsın, objektif tabiat taklitçiliğine bir non-figurative'ci ressamdan bile daha uzak sayılır.
İmpresioniste'lerden bahsedilirken, tabiata bir prizma tuttukları söylenir. İmpressioniste'lerin bu prizması güneş altındadır. Karaburçak'ın tabiata tuttuğu prizma ise güneş altında değil kendi içindedir. Bu prizma ile tabiatın renkleri, güneş değil başka bir ışık, bizim tanımadığımız, yalnız ressamca bilinen bir ışık altında kırılıp dağılmakta, toplanıp birleşmektedir.
Resimlerde güneş görmüyoruz. Güneşin hiç bir etkisini de görmüyoruz. Ressamın çok kullandığı noktalar, ilk bakışta, tâdil edilmiş, hafifletilmiş bir pointillisme'e atfedilebilir belki! Fakat bunun, pointillisme'le, sathî bir benzerlikten başka hiçbir ilişiği yoktur. Bu noktalar, pointilliste'lerde olduğu gibi, güneş ışığının renklere tercümesi değildir Sadece ressamın kendi ışığıdır; sanki resimlerin orasına burasına serpiştirdiği ufacık sihirli fenerlerdir. Renkler, bu fenerciklerin ışığında değerlenir.
Ama Karaburçak galiba burada kalmak istemiyor, başka yollar arıyor. Bunu, son yaptığı resimler arasında 13 no.lu peyzajdan anlıyoruz. Burada renkler azalmış, ikiye, üçe inmiş ve aydınlatma görevi noktalardan alınıp çizgilere devrolunmuştur. Ressam bu tarzı benimseyip geliştirecek olursa, resimlerinde şimdiye kadar pek az yer tutmuş olan desen bundan böyle en ön plâna geçecek demektir. Fakat bir tek resimden doğru bu bahiste henüz fazla birşey söyliyemeyiz.
Karaburçak'ın resimlerinden zevk alıp almamak, onun renklerinden hoşlanıp hoşlanmamaya bağlıdır. Pembeleri, morları, yeşilleri, tuğlamsı kırmızıları, hiç alışılmamış tonlardadır. Belki biraz da alışılmamıs olduğu için bu renkler insana kâh vahşi, kâh esrarlı geliyor; ama bunlardan sıcaklık da duymamaya imkân yok! Bu sıcaklık, Karaburçak'ın renklerini en garipsiyenleri bile onun resimlerine bağlar, sanıyorum.
Ressamın peyzaj, natürmort ve portreleri birbirinden çok farklı uslûplarla yapılmış. Portrelerinde satıhçılığa, dekoratifciliğe kaçıyor. Bunun izahı güç! Yalnız. 82 no lu dikiş diken kız portresi bir istisnadır. O resimde, ressamın peyzajlarındaki stili aynen görüyoruz. Tabii bir zevk meselesi ama, ben, ressamın portreli tabloları arasında yanlız bu resmi peyzajlariyle aynı değer seviyesinde buldum.
Bazı tablolarında da üslûp çatışması göze çarpıyor. (Meselâ 16 no.lu portrenin önü ve fonuyla. 31 no.lu kompozisyonun sağı ve solu arasında). Fakat böyle tenakuzlar, üstünde durmaya değmiyecek kadar az!
Karaburçak'ın üslûbu, renkleri, güneşsiz olmasına rağmen sıcak atmosferi, tabiat resimlerinin karşısında bile insanı âdeta efsanelere doğru çekiyor. Sembolizmi hatırlatıyor. Zaten expressioniste ressamlardan çoğu sembolist sayılmaz mı ve efsanelerle, masallarla ilgilenmez mi? Meselâ Gaugin. Redon, Rouault, Chagall için böyle söylenemez mi? İnsanın dileyesi geliyor ki Karaburçak da arasıra efsanelerden, masallardan konular alsa, bugünkü tarziyle onlafı da resmetse! Kimbilir nasıl çekici olur!..
İhsan Cemal Karaburçak'la resmimiz, bir şahsiyet, büyük bir değer ve bir değişik hava kazanmış oluyor.
İhsan Cemal Karaburçak
Yazan: Bülend ECEVİT
Uzun zaman dışarda kalan ve kendi başına resim çalışan İhsan Cemal Karaburçak'ı Ankara'lılar, ancak birkaç yıl önce ve olgunluk cağının eserleriyle tanımaya başlamışlardır.
Karaburçak, modern olup da modacı olmıyan resim kültürünü Fransızlardan alıp da Fransız olmıyan sayılı ressamlarımızdandır. Durulmayı, bir yere varıp orada kalmayı mazur gösterebilecek bir yaşta olduğu hâlde usanmaz bir araştırmacıdır, daimî bir gelişme halindedir Hepsinin üstünde de, şahsiyet sahibidir.
Karaburçak'ın resimlerinde Fransızlık bulunmamakla beraber millîlik de yok! Bunu, aleyhinde bir nokta olarak göstermek çok dar görüşlülük olur. Bizim için. Batı tekniğiyle "millî" resim yapabilmek, hâlli çok güç bir meseledir. Üstelik, günümüzün Batı dünyasında milli sanat peşinde koşmanın doğru olup olmadığı da tartışılacak bir konudur. Günümüzün Batı dünyası, sanatçıdan millîlik değil, şahsiyet bekliyor. Ne Hollandalı Van Gogh'un ne İspanyalı Picasso'nun, ne de İsviçreli Klee'nin millî tarafı vardır. Onları Batı dünyasına büyük birer değer olarak kabul ettiren, evvelâ, şahsiyet sahibi oluşlarıdır.
Bu nitelik İ. C. Karaburcak'ta da görülüyor.
Resimlerine yer yer Bonnard'dan, Matisse'den, Van Gogh'dan birer esinti değmemiş değil belki! Ama sadece birer esinti: Tesadüfen gelmiş, tuvallere şöyle bir dokunup geçmiş; o kadar!..
Türk Havacılık Derneği Ankara Kulübü Lokalinde (Türk Hava Kurumu binasının zemin katında) açılan yeni sergisi, ressamın 1935'ten beri geçirdiği evrimi gösterecek şekilde, kronolojik bir sıraya göre tertiplenmiş. Bu sıradan, Karaburçak'ın şimdiki yoluna 1947 — 48 de girdiği anlaşılıyor. Biz de, yalnız o tarihten bu yana yapılmış resimlerini yazımıza esas olarak alıyoruz
Karaburçak, şu yahut bu Fransız ressamının taklitçisi olmadıktan başka, belirli okullardan birine de bağlanamaz. Üslûbuna ille bir "izm"' yakıştırmak istersek, en uygunu (expressionisme) olur. Expressionisme de bir okuldan çok bir temayülü ifade eder, estetik olmaktan ziyade psikolojik bir deyimdir, ve şahsiyete bütün resim okullarınınkinden daha yüksek bir yer verir.
Genel olarak expressioniste'ler, objektif tabiat tahlili ile realistler kadar ilgili değillerdir (impressionisme, pointillisme, fauvisme, kübizm, hattâ abstract ve non-figurative sanat okullarına da realizm çerçevesi içinde görüyoruz).
Expressioniste'lerde tabiat tahlili ya tesadüfidir, ya da sübjektif faktörlere bağlıdır. Onun için bu tahlilin sonuçları bazen süprizlerle dolu, hattâ gayrı mantıki olabilir.
İşte, İhsan Cemal Karaburçak da, resimlerini nekadar tabiat karşısında yaparsa yapsın, objektif tabiat taklitçiliğine bir non-figurative'ci ressamdan bile daha uzak sayılır.
İmpresioniste'lerden bahsedilirken, tabiata bir prizma tuttukları söylenir. İmpressioniste'lerin bu prizması güneş altındadır. Karaburçak'ın tabiata tuttuğu prizma ise güneş altında değil kendi içindedir. Bu prizma ile tabiatın renkleri, güneş değil başka bir ışık, bizim tanımadığımız, yalnız ressamca bilinen bir ışık altında kırılıp dağılmakta, toplanıp birleşmektedir.
Resimlerde güneş görmüyoruz. Güneşin hiç bir etkisini de görmüyoruz. Ressamın çok kullandığı noktalar, ilk bakışta, tâdil edilmiş, hafifletilmiş bir pointillisme'e atfedilebilir belki! Fakat bunun, pointillisme'le, sathî bir benzerlikten başka hiçbir ilişiği yoktur. Bu noktalar, pointilliste'lerde olduğu gibi, güneş ışığının renklere tercümesi değildir Sadece ressamın kendi ışığıdır; sanki resimlerin orasına burasına serpiştirdiği ufacık sihirli fenerlerdir. Renkler, bu fenerciklerin ışığında değerlenir.
Ama Karaburçak galiba burada kalmak istemiyor, başka yollar arıyor. Bunu, son yaptığı resimler arasında 13 no.lu peyzajdan anlıyoruz. Burada renkler azalmış, ikiye, üçe inmiş ve aydınlatma görevi noktalardan alınıp çizgilere devrolunmuştur. Ressam bu tarzı benimseyip geliştirecek olursa, resimlerinde şimdiye kadar pek az yer tutmuş olan desen bundan böyle en ön plâna geçecek demektir. Fakat bir tek resimden doğru bu bahiste henüz fazla birşey söyliyemeyiz.
Karaburçak'ın resimlerinden zevk alıp almamak, onun renklerinden hoşlanıp hoşlanmamaya bağlıdır. Pembeleri, morları, yeşilleri, tuğlamsı kırmızıları, hiç alışılmamış tonlardadır. Belki biraz da alışılmamıs olduğu için bu renkler insana kâh vahşi, kâh esrarlı geliyor; ama bunlardan sıcaklık da duymamaya imkân yok! Bu sıcaklık, Karaburçak'ın renklerini en garipsiyenleri bile onun resimlerine bağlar, sanıyorum.
Ressamın peyzaj, natürmort ve portreleri birbirinden çok farklı uslûplarla yapılmış. Portrelerinde satıhçılığa, dekoratifciliğe kaçıyor. Bunun izahı güç! Yalnız. 82 no lu dikiş diken kız portresi bir istisnadır. O resimde, ressamın peyzajlarındaki stili aynen görüyoruz. Tabii bir zevk meselesi ama, ben, ressamın portreli tabloları arasında yanlız bu resmi peyzajlariyle aynı değer seviyesinde buldum.
Bazı tablolarında da üslûp çatışması göze çarpıyor. (Meselâ 16 no.lu portrenin önü ve fonuyla. 31 no.lu kompozisyonun sağı ve solu arasında). Fakat böyle tenakuzlar, üstünde durmaya değmiyecek kadar az!
Karaburçak'ın üslûbu, renkleri, güneşsiz olmasına rağmen sıcak atmosferi, tabiat resimlerinin karşısında bile insanı âdeta efsanelere doğru çekiyor. Sembolizmi hatırlatıyor. Zaten expressioniste ressamlardan çoğu sembolist sayılmaz mı ve efsanelerle, masallarla ilgilenmez mi? Meselâ Gaugin. Redon, Rouault, Chagall için böyle söylenemez mi? İnsanın dileyesi geliyor ki Karaburçak da arasıra efsanelerden, masallardan konular alsa, bugünkü tarziyle onlafı da resmetse! Kimbilir nasıl çekici olur!..
İhsan Cemal Karaburçak'la resmimiz, bir şahsiyet, büyük bir değer ve bir değişik hava kazanmış oluyor.
Koleksiyon
Alıntı
“İhsan Cemal Karaburçak,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 9 Ekim 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/354 ulaşıldı.