Kitaplar Üzerine: Dört Şair
Başlık:
Kitaplar Üzerine: Dört Şair
Kaynak:
Ulus, s. 4
Tarih:
1951-09-21
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi
Metin:
Kitaplar üzerine:
DÖRT ŞAİR
Yazan: Bülent ECEVİT
Bir kitap ve şiirimiz:
Çoğu şairlerimiz yıllardanberi bir düstur bellemişler: Toplumun bir uzvu olarak insandan, insanın toplum içindeki sıkıntılarından, geçim derdinden bahsettiler mi akan sular duracak, o şiire karşı lâf etmek, o şiiri beğenmemek nankörlük olacak; şair ödevini yapmış sayılacak!
İşte meselâ, "GELİN DÜNYA” (1) kitabında almış Sabih Şendil, bakın ne demiş:
İnsanlar - insanlar - insanlar
Hepsi de geçim derdinde,
Hepsinin tuzu ıslak,
Öyleleri var ki içlerinde,
Zevk, eğlence peşinde,
Ama bunlar devede kulak.
İçinde “insan” var (hem üstüste üç defa ve cemi olarak), “geçim derdi” var, zevk ve eğlence peşinde koşanlara îma da var: Daha ne istersiniz?
Daha ne isteriz?.. Şiir isteriz!...
Şiirde sanat isteriz!
Sanatta şekil isteriz!
Vay efendim, hâlâ kafiye vezin!.... Yok efendim, kafiye vezin demedik! Şekil dedik! Şekıl, vücutlu, çerçeveli olmak demektir. Vücutsuz, çerçevesiz sanat olmaz. Şiir de sanat olmadan olmaz. Sanat istemiyen nesir yazar, makale yazar! Hangi estetik kitabını açsanız, şiir, beş güzel sanattan biridir. Bu beş güzel sanattan yalnız bir tekinin, mimarlığın, doğrudan doğruya toplumla, toplumun bir uzvu olarak insanla ilgilenmesi beklenir de o bile vücutsuz, çerçevesiz, ahenksiz olmaz.
Toplumla, insanların toplum içindeki dertleriyle ilgilenmek, bu dertleri gidermeye çalışmak, her dürüst, her bencil olmıyan düşünürün boynuna borçtur. Ama bunun yolları vardır: Politika, gazete, türlü iş sahaları!.. Topluma bu ve buna bezer yollardan hizmet edilir.
Şiirin ödevi başkadır ve çok daha büyüktür ve güçtür. Şiir, toplumun uzvu olarak insana değil, insan olarak insana hizmet edebilir, etmelidir. Şu dünyamızda ne politikacı, ne devlet adamı, ne gazeteci, ne memur, ne iş adamı düşünür insanı. Bırakın bari şair düşünsün! İnsan, yalnız toplumun değil, toprağı, havası, yıldızlariyle, kimyevî ve fizikî olaylarile, bütün bu âlemin özü ve mânâsıdır. Toplumdan çok daha geniş ve derin ve yüksek bir kavramdır. Toplum ancak ve ancak insan var diye vardır.
İnsanın mânâsını öğrenmedikçe, öğrenmeye çalışmadıkça, toplumun mânasını, topluma nasıl en iyi hizmet edilebileceğini zaten öğrenemeyiz.
İnsanın mânâsına nüfuz edebilmek içinse şaire, gerçek şaire, ne kadar imkânlar verilmiştir. Şair, sezgisiyle, “raison”un ve mantığın tahditlerinden kurtulabilen düşünce kuvvetiyle, eğer kendi isterse, en iyi, en uzak, en derin görebilenlerdendir.
Ama bizim şairlerimiz bu yolu beğenmiyorlar. Yıllardır bizim şairlerimiz, içtimaî konularda manzum röportaj muharrirliği yapıyorlar.
Şahsen tanımadığım Sabih Şendil’den özür dilerim. İçimi dökeceğim bir anda karşıma onun kitabı çıktı. Yoksa burada söylediklerimle yalnız Sabih Şendil’i değil, bazısı yakın dostlarım olan birçok şairlerimizi tenkid etmiş oluyorum.
Aslında “Gelin Dünya”yı değerli bir kitap bulmasaydım, böyle umumî bir tenkide vesile edinmezdim. Ve eğer Sabih Şendil'in iyi şair olduğuna aklım yatmasaydı onun da bu moda yola sapmasına üzülmezdim.
Konu gene moda konulardan olsa bile, şiirlerini, manzum röportajcılıktan ayrı bir teknikle, bir sanatçı görüş ve zevkiyle işlediği zamanlar, Sabih Şendil'in kuvveti, sanatkârlığı iyice belli oluyor. Meselâ “Kıskançlık”, meselâ “Tohum”, meselâ “Soru” şiirlerinde...
Yani bu yazdıklarıma bakıp Sabih Şendil’i yerdiğimi sanmayın; onun kitabından doğru, memleketimizde yayılmış bir şiir anlayışını yermiş oluyorum. Yoksa, ara sıra şiir kitabı alıp okumak gibi hiç de zamanımıza uymıyan garip bir âdeti bırakamamış, o neredeyse nesli zeval bulacak insanlardansanız, “Gelin Dünya” yı da alıp okumaktan vazgeçmeyin!
Hal ve Hayal:
İlyas Halil’in “HÂL VE HAYÂL” (2) başlıklı şiir kitabına bu başlık iyi gidiyor. Gerçekten, şair, gündelik hayatın konularını, yani sokak, mahalle, köy konularını alıp, bunları hafifçe hayalperest bir üslûpla anlatıyor. Ama şiirlerde realizm ve hayâlcilik iyi kaynaşamamış, biraz biribirine eklenti gibi duruyor. Şiirlerin hayâl tarafını sağlamlaştırmak kaygısiyle şair bazan eskimiş sözlere de rağbet etmis. Bu da pek hoş durmuyor.
Oysa ki İlyas Halil’de çevresini görmek hassası çok kuvvetli. Çoğu realist şairlerimizde olmıyan yumuşak, bibersiz bir mizahı da var. Eğer şiirlerinde “hâl” ile “hayâl”in nisbetini ve biribiriyle uzlaştırılma şeklini daha iyi ayarlıyabilirse bu şairden çok şey beklenebilir.
Öyle sanıyorum ki temeli realist olan şiirlerde, hayâlcilik, ancak realiteden kalkıp metafiziğe doğru yükselmek yahut psikolojik tahlile doğru derinleşmek için kullanıldığı zaman bir değer taşır. Yoksa böyle yama gibi kalır.
Yeni bir asker şair:
Birkaç ay önce “Asker Şairler Antolojisi”ne dair yazdığım bir yazıda, askerlerimiz arasından son yıllarda birçok iyi şairler çıktığını söylemiştim. Kore Savaş Birliğinden Nâzım Dündar Saylan da, "YILLAR ÖNCE" (3) başlıkli şiir kitabiyle, iyi asker şairlerimiz arasına katılmıştır. Hiç değilse katılmak üzeredir.
Romantizmi biraz daha azalsa, “sarsılan göğsüne başım bir anda eğilir”, “beyaz köpüklü hülyalar”, “hıçkırık”, “feryadım” gibi, zamanı geçmiş, bugünün ciddî şiir okuyucusuna bir şey ifade etmiyen sözleri bıraksa, günümüzün iyi şairlerinden olduğunu daha çekinmeden söyliyebileceğiz.
Hem Nazım Dündar Saylan’ın bu gibi eskimiş klişelere ihtiyaç duyurmıyacak kadar orijinal buluşları, görüşleri, söyleyiş tarzları var.
Bir de, kimi yerlerde mısraları fazla kesik kesik, ve, aynı sıyganın uzun uzadıya devam ettirilmesinden olacak, fazla üstüste yığılmış gibi ama bazı şiirlerindeki teknik ustalık, bu kusurları da giderebilecek kaabiliyette olduğunu gösteriyor.
Şair Saylan’a, ilk adımda büyük ümitler vererek girdiği şiir yolunda, asker Saylan’a da milletinin ümit ve dualariyle çıktığı Kore yolunda başarılar dileriz!
Gülmek yahut gülmemek
“AZAT” (4) başlıklı şiir kitabının şairi Kemâl Kumbağı, söze şöyle bir “rica” ile başlamış:
“İlk şiir broşürüm (Siyah Güller) hakkında, bazı münekkitler, mısralarımın muztarip hislerle örüldüğünü, benden gençliğin şiirini beklediklerini yazdılar. Kısa süren neş’eli anlarımda, ilham perisini yakalıyamadığım için mazur görsünler.”
Bir şairin “muztarip” olmasiyle, şiirlerinin “muztarip hislerle örülmesi” başka başka şeylerdir.Kemal Kumbağı öyle mi sanıyor ki şiirlerinin havası aydınlık, neş’eli olan bütün şairler neş’elidir? Hemen her şairde, hiç bitmiyen bir “muztarip” taraf vardır. Şu yahut bu türlü acı çekmiyen hangi insan şair olabilmiştir?
Bütün mesele, şairin kendi acılarını, kendi acıları olmaktan çıkarabilmesindedir. Kendi acılarının vereceği görüş derinliğini kendi içine değil, dünyaya, bütün insanlığa çevirebilmesindedir. Büyük şairlerin sesini herkese duyuran budur. Bizi ilgilendiren, şairin hususî hayatı değil, şairliğidir. Şair, şiirlerinde, müşahhas değil mücerret insan olmalıdır!
Kemal Kumbağı’na, Pazar Postası’nın 19 Ağustos tarihli sayısında, “Sanat - Edebiyat” sayfasında tercümesi çıkan, Jung'un “Şair” başlıklı yazısını sağlık veririm. Çağımızın büyük psikanalisti, o yazıda, bu bahsi çok daha iyi inceliyor.
Kemal Kumbağı’nın “muztarip” olup olmadığı, gülmekten mi yahut gülmemekten mi hoşlandığı, kendine ait, kendi benliğine ait bir meseledir.
Kitabından öyle anlaşılıyor ki Kemal Kumbağı, kendi benliğinden kurtularak okuyucunun karşısına çıktığı gün iyi şiirler verebilecek istidattadır. Hem o zaman, Yedi Meşaleci'ler üslûbundan da hâli ile kurtulmuş olacaktır.
Resim, afiş, kaligrafi işlerinde çalıştığını öğrendiğimiz şair, bu meslekteki ustalığını kitabının basılış ve tertibinde de göstermiş. El yazısı ile hazırlanan kitabı, güzel bir şiir baskısı örneğidir.
NOTLAR:
(1) “Gelin Dünya” Şiirler, Sabih Şendil, 75 kuruş.
(2) “Hâl ve Hayâl’, Şiirler, İlyas Halil, 50 Kuruş.
(3) “Yıllar önce”, Şiirler, Nazım Dündar Saylan, 75 kuruş.
(4) “Azat”, Şiirler, Kemal Kumbağı, 20 Kuruş.
DÖRT ŞAİR
Yazan: Bülent ECEVİT
Bir kitap ve şiirimiz:
Çoğu şairlerimiz yıllardanberi bir düstur bellemişler: Toplumun bir uzvu olarak insandan, insanın toplum içindeki sıkıntılarından, geçim derdinden bahsettiler mi akan sular duracak, o şiire karşı lâf etmek, o şiiri beğenmemek nankörlük olacak; şair ödevini yapmış sayılacak!
İşte meselâ, "GELİN DÜNYA” (1) kitabında almış Sabih Şendil, bakın ne demiş:
İnsanlar - insanlar - insanlar
Hepsi de geçim derdinde,
Hepsinin tuzu ıslak,
Öyleleri var ki içlerinde,
Zevk, eğlence peşinde,
Ama bunlar devede kulak.
İçinde “insan” var (hem üstüste üç defa ve cemi olarak), “geçim derdi” var, zevk ve eğlence peşinde koşanlara îma da var: Daha ne istersiniz?
Daha ne isteriz?.. Şiir isteriz!...
Şiirde sanat isteriz!
Sanatta şekil isteriz!
Vay efendim, hâlâ kafiye vezin!.... Yok efendim, kafiye vezin demedik! Şekil dedik! Şekıl, vücutlu, çerçeveli olmak demektir. Vücutsuz, çerçevesiz sanat olmaz. Şiir de sanat olmadan olmaz. Sanat istemiyen nesir yazar, makale yazar! Hangi estetik kitabını açsanız, şiir, beş güzel sanattan biridir. Bu beş güzel sanattan yalnız bir tekinin, mimarlığın, doğrudan doğruya toplumla, toplumun bir uzvu olarak insanla ilgilenmesi beklenir de o bile vücutsuz, çerçevesiz, ahenksiz olmaz.
Toplumla, insanların toplum içindeki dertleriyle ilgilenmek, bu dertleri gidermeye çalışmak, her dürüst, her bencil olmıyan düşünürün boynuna borçtur. Ama bunun yolları vardır: Politika, gazete, türlü iş sahaları!.. Topluma bu ve buna bezer yollardan hizmet edilir.
Şiirin ödevi başkadır ve çok daha büyüktür ve güçtür. Şiir, toplumun uzvu olarak insana değil, insan olarak insana hizmet edebilir, etmelidir. Şu dünyamızda ne politikacı, ne devlet adamı, ne gazeteci, ne memur, ne iş adamı düşünür insanı. Bırakın bari şair düşünsün! İnsan, yalnız toplumun değil, toprağı, havası, yıldızlariyle, kimyevî ve fizikî olaylarile, bütün bu âlemin özü ve mânâsıdır. Toplumdan çok daha geniş ve derin ve yüksek bir kavramdır. Toplum ancak ve ancak insan var diye vardır.
İnsanın mânâsını öğrenmedikçe, öğrenmeye çalışmadıkça, toplumun mânasını, topluma nasıl en iyi hizmet edilebileceğini zaten öğrenemeyiz.
İnsanın mânâsına nüfuz edebilmek içinse şaire, gerçek şaire, ne kadar imkânlar verilmiştir. Şair, sezgisiyle, “raison”un ve mantığın tahditlerinden kurtulabilen düşünce kuvvetiyle, eğer kendi isterse, en iyi, en uzak, en derin görebilenlerdendir.
Ama bizim şairlerimiz bu yolu beğenmiyorlar. Yıllardır bizim şairlerimiz, içtimaî konularda manzum röportaj muharrirliği yapıyorlar.
Şahsen tanımadığım Sabih Şendil’den özür dilerim. İçimi dökeceğim bir anda karşıma onun kitabı çıktı. Yoksa burada söylediklerimle yalnız Sabih Şendil’i değil, bazısı yakın dostlarım olan birçok şairlerimizi tenkid etmiş oluyorum.
Aslında “Gelin Dünya”yı değerli bir kitap bulmasaydım, böyle umumî bir tenkide vesile edinmezdim. Ve eğer Sabih Şendil'in iyi şair olduğuna aklım yatmasaydı onun da bu moda yola sapmasına üzülmezdim.
Konu gene moda konulardan olsa bile, şiirlerini, manzum röportajcılıktan ayrı bir teknikle, bir sanatçı görüş ve zevkiyle işlediği zamanlar, Sabih Şendil'in kuvveti, sanatkârlığı iyice belli oluyor. Meselâ “Kıskançlık”, meselâ “Tohum”, meselâ “Soru” şiirlerinde...
Yani bu yazdıklarıma bakıp Sabih Şendil’i yerdiğimi sanmayın; onun kitabından doğru, memleketimizde yayılmış bir şiir anlayışını yermiş oluyorum. Yoksa, ara sıra şiir kitabı alıp okumak gibi hiç de zamanımıza uymıyan garip bir âdeti bırakamamış, o neredeyse nesli zeval bulacak insanlardansanız, “Gelin Dünya” yı da alıp okumaktan vazgeçmeyin!
Hal ve Hayal:
İlyas Halil’in “HÂL VE HAYÂL” (2) başlıklı şiir kitabına bu başlık iyi gidiyor. Gerçekten, şair, gündelik hayatın konularını, yani sokak, mahalle, köy konularını alıp, bunları hafifçe hayalperest bir üslûpla anlatıyor. Ama şiirlerde realizm ve hayâlcilik iyi kaynaşamamış, biraz biribirine eklenti gibi duruyor. Şiirlerin hayâl tarafını sağlamlaştırmak kaygısiyle şair bazan eskimiş sözlere de rağbet etmis. Bu da pek hoş durmuyor.
Oysa ki İlyas Halil’de çevresini görmek hassası çok kuvvetli. Çoğu realist şairlerimizde olmıyan yumuşak, bibersiz bir mizahı da var. Eğer şiirlerinde “hâl” ile “hayâl”in nisbetini ve biribiriyle uzlaştırılma şeklini daha iyi ayarlıyabilirse bu şairden çok şey beklenebilir.
Öyle sanıyorum ki temeli realist olan şiirlerde, hayâlcilik, ancak realiteden kalkıp metafiziğe doğru yükselmek yahut psikolojik tahlile doğru derinleşmek için kullanıldığı zaman bir değer taşır. Yoksa böyle yama gibi kalır.
Yeni bir asker şair:
Birkaç ay önce “Asker Şairler Antolojisi”ne dair yazdığım bir yazıda, askerlerimiz arasından son yıllarda birçok iyi şairler çıktığını söylemiştim. Kore Savaş Birliğinden Nâzım Dündar Saylan da, "YILLAR ÖNCE" (3) başlıkli şiir kitabiyle, iyi asker şairlerimiz arasına katılmıştır. Hiç değilse katılmak üzeredir.
Romantizmi biraz daha azalsa, “sarsılan göğsüne başım bir anda eğilir”, “beyaz köpüklü hülyalar”, “hıçkırık”, “feryadım” gibi, zamanı geçmiş, bugünün ciddî şiir okuyucusuna bir şey ifade etmiyen sözleri bıraksa, günümüzün iyi şairlerinden olduğunu daha çekinmeden söyliyebileceğiz.
Hem Nazım Dündar Saylan’ın bu gibi eskimiş klişelere ihtiyaç duyurmıyacak kadar orijinal buluşları, görüşleri, söyleyiş tarzları var.
Bir de, kimi yerlerde mısraları fazla kesik kesik, ve, aynı sıyganın uzun uzadıya devam ettirilmesinden olacak, fazla üstüste yığılmış gibi ama bazı şiirlerindeki teknik ustalık, bu kusurları da giderebilecek kaabiliyette olduğunu gösteriyor.
Şair Saylan’a, ilk adımda büyük ümitler vererek girdiği şiir yolunda, asker Saylan’a da milletinin ümit ve dualariyle çıktığı Kore yolunda başarılar dileriz!
Gülmek yahut gülmemek
“AZAT” (4) başlıklı şiir kitabının şairi Kemâl Kumbağı, söze şöyle bir “rica” ile başlamış:
“İlk şiir broşürüm (Siyah Güller) hakkında, bazı münekkitler, mısralarımın muztarip hislerle örüldüğünü, benden gençliğin şiirini beklediklerini yazdılar. Kısa süren neş’eli anlarımda, ilham perisini yakalıyamadığım için mazur görsünler.”
Bir şairin “muztarip” olmasiyle, şiirlerinin “muztarip hislerle örülmesi” başka başka şeylerdir.Kemal Kumbağı öyle mi sanıyor ki şiirlerinin havası aydınlık, neş’eli olan bütün şairler neş’elidir? Hemen her şairde, hiç bitmiyen bir “muztarip” taraf vardır. Şu yahut bu türlü acı çekmiyen hangi insan şair olabilmiştir?
Bütün mesele, şairin kendi acılarını, kendi acıları olmaktan çıkarabilmesindedir. Kendi acılarının vereceği görüş derinliğini kendi içine değil, dünyaya, bütün insanlığa çevirebilmesindedir. Büyük şairlerin sesini herkese duyuran budur. Bizi ilgilendiren, şairin hususî hayatı değil, şairliğidir. Şair, şiirlerinde, müşahhas değil mücerret insan olmalıdır!
Kemal Kumbağı’na, Pazar Postası’nın 19 Ağustos tarihli sayısında, “Sanat - Edebiyat” sayfasında tercümesi çıkan, Jung'un “Şair” başlıklı yazısını sağlık veririm. Çağımızın büyük psikanalisti, o yazıda, bu bahsi çok daha iyi inceliyor.
Kemal Kumbağı’nın “muztarip” olup olmadığı, gülmekten mi yahut gülmemekten mi hoşlandığı, kendine ait, kendi benliğine ait bir meseledir.
Kitabından öyle anlaşılıyor ki Kemal Kumbağı, kendi benliğinden kurtularak okuyucunun karşısına çıktığı gün iyi şiirler verebilecek istidattadır. Hem o zaman, Yedi Meşaleci'ler üslûbundan da hâli ile kurtulmuş olacaktır.
Resim, afiş, kaligrafi işlerinde çalıştığını öğrendiğimiz şair, bu meslekteki ustalığını kitabının basılış ve tertibinde de göstermiş. El yazısı ile hazırlanan kitabı, güzel bir şiir baskısı örneğidir.
NOTLAR:
(1) “Gelin Dünya” Şiirler, Sabih Şendil, 75 kuruş.
(2) “Hâl ve Hayâl’, Şiirler, İlyas Halil, 50 Kuruş.
(3) “Yıllar önce”, Şiirler, Nazım Dündar Saylan, 75 kuruş.
(4) “Azat”, Şiirler, Kemal Kumbağı, 20 Kuruş.
Koleksiyon
Alıntı
“Kitaplar Üzerine: Dört Şair,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 7 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/351 ulaşıldı.