Birahaneler
Başlık:
Birahaneler
Kaynak:
Ulus, "İngiltere Notları", ss. 4, 7
Tarih:
1951-07-04
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/18
Metin:
İngiltere notları
BİRAHANELER
İngiltere'de birahaneler adetâ aile müessesesinin bir parçası gibidir
Yazan: Bülent ECEVİT
Geçen yazımda Londra'nın hemen her köşebaşısında bir birahane olduğunu söylemiştim İngiltere'ye dair yazılarımın daha üçüncüsünda birahanelerden söz açmam belki garipsenir ama, bir içtimai müessese olarak birahane, İngiltere'de mühim yer tutar. Bizde, İngiltere'nin daha çok kulüpleri duyulmuştur. Halbuki kulübün yeri birahaneden sonradır. Fransa için kaldırım kahvesi ne ise İngiltere için de birahane odur; âdeta aile müessesesinin bir parçası, sokaklara, köşebaşlarına doğru uzanmış bir devamıdır. Oraya karı koca, hattâ çoluk çocuk gidilir. Misafirlerin bile mahalle birahanesinde ağırlandığı olur.
İngiltere'ye yolunuz düşer de İngilizleri, İngiliz cemiyetini yakından tanımak isterseniz, sakın bu köşebaşı meyhanelerine gitmemezlik etmeyin! İçki içmeseniz, Yeşilaycı bile olsanız gidin! Yoksa kırk yıl otursanız İngiltere'de yaşamış sayılamazsınız.
Yazımız tatlılıkla, sona ersin diye, birahanelerin acıklı tarafını, daha doğrusu bize acıklı gelen bir tarafını, başta anlatayım.
İngiltere'de her birahanenin üç kapısı vardır, içersi de, buna göre, bölmelerle üçe ayrılmıştır. Kapılardan "Saloon Bar" yazılı olanı, mahallenin nisbeten yüksek tabakası, "Private Bar" yazılı olanı orta tabakası, "Public Bar" yazılı olanı da aşağı tabakası içindir. İçki fiyatları bölmeden bölmeye hemen hemen farketmez. Yalnız, lâf olsun diye, biranın dublesinde bir - bir buçuk kuruşluk bir fark vardır, o kadar!
Ne insanların yakasında hangi sınıftan olduklarını gösterir rozetler, ne de birahane kapılarında kontrol memurları bulunur. Bir mahallenin aşağı tabakasından sayılan bir adam tutup "Saloon Bar" yazılı kapıdan birahaneye girse kovulur mu, surat mı asılır, içki mi içemez? Bunlardan hiç biri olmaz tabiî! Fakat, mahallenin aşağı tabakasından sayılan bir adamın "Saloon Bar" yazılı kapıdan birahaneye girdiği vaki değildir. Herkes kendi sınıfını, ve buna göre birahanenin hangi kapısından girip hangi bölümünde içki içmesi gerektiğini kendisi bilir.
Ama İngiltere sosyalistmiş!.. Bence değil! Sosyalist olan yalnız İngiliz Hükümetidir. Birahanelerin bölmeleri kaldırılıp kapıları birleştirilmedikçe İngiltere sosyalist olamaz. Seçimlerde daha on kere Mr. Churchiil kaybedip on kere Mr. Attlee kazansa, gene olamaz.
Sınıf farkları İngiltere'de o kadar içlere, ruhlara, hattâ bünyelere işlemiştir. Sınıf farkları İngiltere'de radyoya bile işlemiştir. Bugün Londra radyosunun yurt içi servisi, üç ana içtimai sınıfa göre üç ayrı program yayınlar. "Orta Sınıf" olup ta "Yüksek Sınıf" a hitabeden radyo programının hangi saatlerde, hangi dalga uzunluğundan yayınlandığını bile bilmiyen İngiliz pek çok gördüm.
On — On beş günlük bir seyahatte İngiltere'deki sınıf farkları göze çarpmıyabilir. Çünkü her yerde, herkesin birbirine karşı muamelesi o kadar eşittir ki, ilk bakışta insana, İngiltere'de sınıf farkı hiç yokmuş gibi bir his bile gelebilir. Fakat, gazeteciler heyetiyle beraber geçen ay yaptığımız kısa seyahatten önce Londra'da uzunca zaman kalmıştım. Bu uzunca zaman sonunda İngiltere'den çok güzel hâtıralarla, derin bir takdir hissiyle ayrıldım.
Ama İngiltere'deki akıl almaz sınıf farklarının bana verdiği üzüntü, o güzel hâtıraların, o derin takdir hissinin tam ortasında bir yara gibi durur.
Şimdilik bu bahse yalnız birahaneleri ilgilendirdiği kadar temas etmekle kalıyorum; fakat ilerde sınıf farkları üzerinde daha fazla durmam gerekecek, herhalde..
Birahaneler sınıflara göre bölmelere ayrılmıştır ama bunun bir tesellisi de vardır: Birahanelerin en eğlenceli kısmı, behemahal bir nişan tahtası olur, ve "dart" denen, arkası kuyruklu, parmak kadar oklarla nişan almaca oynanır. Kafalar tütsülendi, yüzler kırmızılaştı mı neşeli şarkılar söylenmeye başlar; zaten artık sigara dumanından, duvarda, şarkı söylenmemesini esprili sözlerle ihtar eden yazılar da görünmez olmuştur. Sevimli yüzlü, şişmanca tezgâhtar kadın bile, hatırşinas müşterilerin ikram ettiği içkilerle başı dumanlanmış ve şarkılara katılmıştır.
"Orta Tabaka" ya mahsus bölmede nişan oyunu yoktur. Şarkı da daha ender söylenir. Ama, yeni yeni, bu bölmeye televizyon koymak âdet olmaktadır. Çoğu televizyon programları hafifmeşrep olduğu, için, o sayede, bu bölmeden de kahkaha eksik olmaz.
"Yüksek Tabaka" ya mahsus "Saloon Bar" da ise ne nişan oyunu vardır ne televizyon. Kahkaha atılsa bile daha alt perdeden atılır, ve şarkı ancak noelden noele söylenir. Buraya, mahallesine göre, ya gözlükleri siyah çerçeveli iş adamları, ya kolalı yaka takmış, devlet memurları (İngiltere'de devlet memurunun halk dilindeki adı "Beyaz yakalıklı adam" dır), ya da uzun saçlı, kimisi sakallı, kahverengi kordüroy pantalonlu, ayağı sandallı sanatkâr ve muharrirler gelir.
Birahaneler, aklımda kaldığına göre, öğlenleri iki saat, akşamları da, beş buçuktan sonra, beş saat açıktır. Zaten bu saatler dışında İngiltere'de içki de satılmaz. İçki içme ve satın alma saatlerinin bu şekilde tahdidi, sanırım, İngilizlerin içkiye düşkünlüğünden ileri geliyor. Bu içki sevgisi, bilhassa, gece birahanelerin kapanış saati gelince meydana çıkar. Birahane tezgâhtarlariyle, çakır keyiflik mertebesine henüz erişebilmiş müşteriler arasında, en az on -on beş dakika süren, tatlı, güler yüzlü bir çekişmedir başlar. Felekten iki dakika daha çalıp bir duble fazla bira içebilmek için tezgâhtarlara ne diller dökülmez! O yüzden, İngiltere'de bütün birahanelerin duvar saati 15 dakika ileridir.
Birahaneye çocukların girmesi yasaktır ama, hele pazar günleri, öğlen vakti, birahane kapılarının eşikleri görülecek bir hal alır. Resim meraklıları bilirler, hani Turgut Zaim'in bazı Anadolu tablolarında, evlerin, çeşmelerin kenarına sığınmış, kocaman başlı, kabarık saçlı, diz boyu kadar çocuklar vardır. İşte birahane kapılarının eşiğinde de tıpkı onlara benzer altı - yedi yaşında çocuklar oturmuştur. Başlarından büyük birer bira bardağını (İngilizlerin duble bardakları bizimkilerden de büyüktür) iki avuçlarında sımsıkı tutup, ağızlarının kenarından akıta akıta bira içerler. Arasıra kapı aralanıp müşfik bir anne başı uzanır, yavru bir anne başı dışarı uzanır, yavrusunun birası bitmiş mi diye bakar.
Ama bunu kötü görmemek lâzım! Çünkü orada bira içmek, su içmek kadar tabii bir şey sayılır. Sonra İngiltere'de insana içki bizdeki kadar dokunmaz. Herhalde havasından olacak! Hattâ içki kullanmıyanların bile, İngiltere'de biraz olsun içmeleri, sıhhatleri bakımından lazımmış derler.
Birahanelerde oturacak yer azdır. Olduğu kadarına da pek oturulmaz zaten.
İngilizler birahanenin keyfini, ayakta, İstanbul'un tramvay yolcuları kadar omuz omuza sıkışmış bir halde ve sigara dumanları içinde çıkarırlar.
Bir İngiliz hiç bir yerde birahanedeki kadar konuşkan olmaz. Uzun tren yolculuklarında bile tanımadıkları kimselerle tek kelime lâf etmiyen İngilizleri, bir de birahanelerin dumanlı havasında kafaları dumanlanınca görseniz, hepsi birbirleriyle dost olmuştur...
İngilizin, fertçilik, kabuğuna çekilmişlik iddiasına rağmen aslında ne kadar topluluk ve dost canlısı, neşesiz ve sessiz duruşuna rağmen ne kadar neşeli ve konuşkan, ve soğuk görünmeye çalışmasına rağmen ne kadar sıcak kanlı ve romantik olduğunu, insan birahanede anlar.
İngiltere'ye yolunuz düşerse birahanelere onun için gitmemizlik etmeyin! Buzlu birahane camlarının dışında ve içinde sanki apayrı iki millet göreceksiniz. Ama gerçekte, birahanelerin dışında İngilizlerin dışını, birahanelerin içinde ise İngilizlerin içini görmüş olursunuz.
Geçen ay İngiltere'ye heyet halinde gittiğimizde programımız o kadar doluydu ki, maalesef birahanelere gidecek vakit bulamadık. Sadece, "Prospect of Whitby" adında tarihî bir nehir kenarı birahanesinde öğlen yemeği yedik. "Prospect of Whitby" meşhur ve güzeldir ama, tipik bir İngiliz birahanesi değildir. Vaktiyle, denizleraşırı imparatorluğun en şaşaalı devirlerinde, denizcilerin birahanesi imiş. Seferden dönen tayfalar soluğu orada alır, sefere çıkacak tayfalar veda içkilerini orada içerlermiş. Birahane, Taymis nehrinin doklar bölgesindedir. İnsana bir polisiye filminde oynuyormuş hissini veren esrarlı, bomboş ve antrepo binalariyle çevrili sokaklardan geçilerek bu birahaneye gidiliyor. Tavanları, duvarları, denizcilerin beş kıtadan getirdiği çeşit çeşit hâtıralarla dolu... Birahanenin üst katında, Taymis'e bakan bir lokanta var. Taymis Boğaziçi'ne hiç benzemez ama, bu lokanta Boğazdaki Rum meyhanelerini çok andırıyor.
Zamanla "Prospect of Whitby" ye zenginler de gelmeye başlamışlar, ve nihayet burası öyle rağbet kazanmış ki şimdi denizciden başka herkes geliyor. Kapısının önünde en lüks otomobiller dizili... Eski denizcilerden, kubbede bir hoş sada gibi, yalnız o getirdikleri hâtıralar kalmış; duvarlara, tavanlara asılı!.. Kimbilir Afrika'nın neresinden gelmiş acayip tahta oymalar, Çin fenerleri, Borneo mızrakları...
BİRAHANELER
İngiltere'de birahaneler adetâ aile müessesesinin bir parçası gibidir
Yazan: Bülent ECEVİT
Geçen yazımda Londra'nın hemen her köşebaşısında bir birahane olduğunu söylemiştim İngiltere'ye dair yazılarımın daha üçüncüsünda birahanelerden söz açmam belki garipsenir ama, bir içtimai müessese olarak birahane, İngiltere'de mühim yer tutar. Bizde, İngiltere'nin daha çok kulüpleri duyulmuştur. Halbuki kulübün yeri birahaneden sonradır. Fransa için kaldırım kahvesi ne ise İngiltere için de birahane odur; âdeta aile müessesesinin bir parçası, sokaklara, köşebaşlarına doğru uzanmış bir devamıdır. Oraya karı koca, hattâ çoluk çocuk gidilir. Misafirlerin bile mahalle birahanesinde ağırlandığı olur.
İngiltere'ye yolunuz düşer de İngilizleri, İngiliz cemiyetini yakından tanımak isterseniz, sakın bu köşebaşı meyhanelerine gitmemezlik etmeyin! İçki içmeseniz, Yeşilaycı bile olsanız gidin! Yoksa kırk yıl otursanız İngiltere'de yaşamış sayılamazsınız.
Yazımız tatlılıkla, sona ersin diye, birahanelerin acıklı tarafını, daha doğrusu bize acıklı gelen bir tarafını, başta anlatayım.
İngiltere'de her birahanenin üç kapısı vardır, içersi de, buna göre, bölmelerle üçe ayrılmıştır. Kapılardan "Saloon Bar" yazılı olanı, mahallenin nisbeten yüksek tabakası, "Private Bar" yazılı olanı orta tabakası, "Public Bar" yazılı olanı da aşağı tabakası içindir. İçki fiyatları bölmeden bölmeye hemen hemen farketmez. Yalnız, lâf olsun diye, biranın dublesinde bir - bir buçuk kuruşluk bir fark vardır, o kadar!
Ne insanların yakasında hangi sınıftan olduklarını gösterir rozetler, ne de birahane kapılarında kontrol memurları bulunur. Bir mahallenin aşağı tabakasından sayılan bir adam tutup "Saloon Bar" yazılı kapıdan birahaneye girse kovulur mu, surat mı asılır, içki mi içemez? Bunlardan hiç biri olmaz tabiî! Fakat, mahallenin aşağı tabakasından sayılan bir adamın "Saloon Bar" yazılı kapıdan birahaneye girdiği vaki değildir. Herkes kendi sınıfını, ve buna göre birahanenin hangi kapısından girip hangi bölümünde içki içmesi gerektiğini kendisi bilir.
Ama İngiltere sosyalistmiş!.. Bence değil! Sosyalist olan yalnız İngiliz Hükümetidir. Birahanelerin bölmeleri kaldırılıp kapıları birleştirilmedikçe İngiltere sosyalist olamaz. Seçimlerde daha on kere Mr. Churchiil kaybedip on kere Mr. Attlee kazansa, gene olamaz.
Sınıf farkları İngiltere'de o kadar içlere, ruhlara, hattâ bünyelere işlemiştir. Sınıf farkları İngiltere'de radyoya bile işlemiştir. Bugün Londra radyosunun yurt içi servisi, üç ana içtimai sınıfa göre üç ayrı program yayınlar. "Orta Sınıf" olup ta "Yüksek Sınıf" a hitabeden radyo programının hangi saatlerde, hangi dalga uzunluğundan yayınlandığını bile bilmiyen İngiliz pek çok gördüm.
On — On beş günlük bir seyahatte İngiltere'deki sınıf farkları göze çarpmıyabilir. Çünkü her yerde, herkesin birbirine karşı muamelesi o kadar eşittir ki, ilk bakışta insana, İngiltere'de sınıf farkı hiç yokmuş gibi bir his bile gelebilir. Fakat, gazeteciler heyetiyle beraber geçen ay yaptığımız kısa seyahatten önce Londra'da uzunca zaman kalmıştım. Bu uzunca zaman sonunda İngiltere'den çok güzel hâtıralarla, derin bir takdir hissiyle ayrıldım.
Ama İngiltere'deki akıl almaz sınıf farklarının bana verdiği üzüntü, o güzel hâtıraların, o derin takdir hissinin tam ortasında bir yara gibi durur.
Şimdilik bu bahse yalnız birahaneleri ilgilendirdiği kadar temas etmekle kalıyorum; fakat ilerde sınıf farkları üzerinde daha fazla durmam gerekecek, herhalde..
Birahaneler sınıflara göre bölmelere ayrılmıştır ama bunun bir tesellisi de vardır: Birahanelerin en eğlenceli kısmı, behemahal bir nişan tahtası olur, ve "dart" denen, arkası kuyruklu, parmak kadar oklarla nişan almaca oynanır. Kafalar tütsülendi, yüzler kırmızılaştı mı neşeli şarkılar söylenmeye başlar; zaten artık sigara dumanından, duvarda, şarkı söylenmemesini esprili sözlerle ihtar eden yazılar da görünmez olmuştur. Sevimli yüzlü, şişmanca tezgâhtar kadın bile, hatırşinas müşterilerin ikram ettiği içkilerle başı dumanlanmış ve şarkılara katılmıştır.
"Orta Tabaka" ya mahsus bölmede nişan oyunu yoktur. Şarkı da daha ender söylenir. Ama, yeni yeni, bu bölmeye televizyon koymak âdet olmaktadır. Çoğu televizyon programları hafifmeşrep olduğu, için, o sayede, bu bölmeden de kahkaha eksik olmaz.
"Yüksek Tabaka" ya mahsus "Saloon Bar" da ise ne nişan oyunu vardır ne televizyon. Kahkaha atılsa bile daha alt perdeden atılır, ve şarkı ancak noelden noele söylenir. Buraya, mahallesine göre, ya gözlükleri siyah çerçeveli iş adamları, ya kolalı yaka takmış, devlet memurları (İngiltere'de devlet memurunun halk dilindeki adı "Beyaz yakalıklı adam" dır), ya da uzun saçlı, kimisi sakallı, kahverengi kordüroy pantalonlu, ayağı sandallı sanatkâr ve muharrirler gelir.
Birahaneler, aklımda kaldığına göre, öğlenleri iki saat, akşamları da, beş buçuktan sonra, beş saat açıktır. Zaten bu saatler dışında İngiltere'de içki de satılmaz. İçki içme ve satın alma saatlerinin bu şekilde tahdidi, sanırım, İngilizlerin içkiye düşkünlüğünden ileri geliyor. Bu içki sevgisi, bilhassa, gece birahanelerin kapanış saati gelince meydana çıkar. Birahane tezgâhtarlariyle, çakır keyiflik mertebesine henüz erişebilmiş müşteriler arasında, en az on -on beş dakika süren, tatlı, güler yüzlü bir çekişmedir başlar. Felekten iki dakika daha çalıp bir duble fazla bira içebilmek için tezgâhtarlara ne diller dökülmez! O yüzden, İngiltere'de bütün birahanelerin duvar saati 15 dakika ileridir.
Birahaneye çocukların girmesi yasaktır ama, hele pazar günleri, öğlen vakti, birahane kapılarının eşikleri görülecek bir hal alır. Resim meraklıları bilirler, hani Turgut Zaim'in bazı Anadolu tablolarında, evlerin, çeşmelerin kenarına sığınmış, kocaman başlı, kabarık saçlı, diz boyu kadar çocuklar vardır. İşte birahane kapılarının eşiğinde de tıpkı onlara benzer altı - yedi yaşında çocuklar oturmuştur. Başlarından büyük birer bira bardağını (İngilizlerin duble bardakları bizimkilerden de büyüktür) iki avuçlarında sımsıkı tutup, ağızlarının kenarından akıta akıta bira içerler. Arasıra kapı aralanıp müşfik bir anne başı uzanır, yavru bir anne başı dışarı uzanır, yavrusunun birası bitmiş mi diye bakar.
Ama bunu kötü görmemek lâzım! Çünkü orada bira içmek, su içmek kadar tabii bir şey sayılır. Sonra İngiltere'de insana içki bizdeki kadar dokunmaz. Herhalde havasından olacak! Hattâ içki kullanmıyanların bile, İngiltere'de biraz olsun içmeleri, sıhhatleri bakımından lazımmış derler.
Birahanelerde oturacak yer azdır. Olduğu kadarına da pek oturulmaz zaten.
İngilizler birahanenin keyfini, ayakta, İstanbul'un tramvay yolcuları kadar omuz omuza sıkışmış bir halde ve sigara dumanları içinde çıkarırlar.
Bir İngiliz hiç bir yerde birahanedeki kadar konuşkan olmaz. Uzun tren yolculuklarında bile tanımadıkları kimselerle tek kelime lâf etmiyen İngilizleri, bir de birahanelerin dumanlı havasında kafaları dumanlanınca görseniz, hepsi birbirleriyle dost olmuştur...
İngilizin, fertçilik, kabuğuna çekilmişlik iddiasına rağmen aslında ne kadar topluluk ve dost canlısı, neşesiz ve sessiz duruşuna rağmen ne kadar neşeli ve konuşkan, ve soğuk görünmeye çalışmasına rağmen ne kadar sıcak kanlı ve romantik olduğunu, insan birahanede anlar.
İngiltere'ye yolunuz düşerse birahanelere onun için gitmemizlik etmeyin! Buzlu birahane camlarının dışında ve içinde sanki apayrı iki millet göreceksiniz. Ama gerçekte, birahanelerin dışında İngilizlerin dışını, birahanelerin içinde ise İngilizlerin içini görmüş olursunuz.
Geçen ay İngiltere'ye heyet halinde gittiğimizde programımız o kadar doluydu ki, maalesef birahanelere gidecek vakit bulamadık. Sadece, "Prospect of Whitby" adında tarihî bir nehir kenarı birahanesinde öğlen yemeği yedik. "Prospect of Whitby" meşhur ve güzeldir ama, tipik bir İngiliz birahanesi değildir. Vaktiyle, denizleraşırı imparatorluğun en şaşaalı devirlerinde, denizcilerin birahanesi imiş. Seferden dönen tayfalar soluğu orada alır, sefere çıkacak tayfalar veda içkilerini orada içerlermiş. Birahane, Taymis nehrinin doklar bölgesindedir. İnsana bir polisiye filminde oynuyormuş hissini veren esrarlı, bomboş ve antrepo binalariyle çevrili sokaklardan geçilerek bu birahaneye gidiliyor. Tavanları, duvarları, denizcilerin beş kıtadan getirdiği çeşit çeşit hâtıralarla dolu... Birahanenin üst katında, Taymis'e bakan bir lokanta var. Taymis Boğaziçi'ne hiç benzemez ama, bu lokanta Boğazdaki Rum meyhanelerini çok andırıyor.
Zamanla "Prospect of Whitby" ye zenginler de gelmeye başlamışlar, ve nihayet burası öyle rağbet kazanmış ki şimdi denizciden başka herkes geliyor. Kapısının önünde en lüks otomobiller dizili... Eski denizcilerden, kubbede bir hoş sada gibi, yalnız o getirdikleri hâtıralar kalmış; duvarlara, tavanlara asılı!.. Kimbilir Afrika'nın neresinden gelmiş acayip tahta oymalar, Çin fenerleri, Borneo mızrakları...
Koleksiyon
Alıntı
“Birahaneler,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/345 ulaşıldı.