Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Başlık:
Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Kaynak:
Ulus, "Sanat Köşesi" s. 4
Tarih:
1952-04-24
Lokasyon:
İstanbul Üniversitesi
Metin:
SANAT KÖŞESİ
Resim:
DEVLET RESİM VE HEYKEL SERGİSİ
Bülent ECEVİT
15 nisan 1952 günü Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesinin altında açılan 13 üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisinden aynı tarihli Ulus’un "Sanat Köşesi"nde kısaca bahsederken, “iddiasız fakat olgun” bir sergi olduğunu söylemiştik. Sergiyi ikinci bir defa gezdikten sonra, “iddiasız” sözü yerinde, “olgun” sözü ise mübalâğalı gelmeye başladı. İlk gezişte insanın "olgun" bir sergi intibaını edinmesi, salonun tertibindeki zevk ve ustalığın verdiği bir illüzyondan ibaret olsa gerek!.
Bu sergi sanat hayatımıza ne bir yenilik getirmiş ne de büyük müjdeler vermıştir. Üstelik tanınmış ressamlarımızdan birçoğunun da gerilediklerini göstermiştir.
Resim hayatımızda gerçekten mi yenilik yoktur, ümit yoktur? Bu sorunun cevabını, 13 üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisine bakarak veremeyiz. Çünkü bu sergi, memleketimizin resim hayatını bütünüyle temsil etmekten çok uzaktır. D. Gruundan yalnız Eşref Üren’le Elif Naci sergiye katılmışlardır. Genç neslin ressamlarından pek az eser vardır, onlar da fazla dikkat çekici değil.
Genç nesil, herhalde sergide görüldüğünden daha ileri gitmiştir. Leylâ Gamsız’dan tek resmin giremediği bu sergi, daha kimbilir ne eserlere kapısını kapamış olabilir!
Modern resme karşı husumetle hareket edilmediği, ancak yeni neslin gönderdiği modern eserlerin başarısız eserler olduğu ileri sürülebilir. Diyelim bu görüş doğru olsun!. Fakat, muhafazakâr bir eserin başarısız olması mubah sayılıyor da, modern eserlerde başarısızlığa karşı neden bu kadar sert davranılıyor? Jüri heyetinde, sanat anlayışlarına, zevklerine güvenebileceğimiz kimseler de var. Onlar, 13 üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisinde bakılamıyacak kadar kötü nice muhafazakâr tablo bulunduğunu bilmesinler, mümkün mü?.
*
Sergiyi kurtaran birkaç ressam arasında Cevat Dereli'yi, İsmail Altınok’u, ve Halil Dikmen’i sayabiliriz.
Halil Dikmen’in, geçen yılki Devlet Resim ve Heykel Sergisinde görmüş olduğumuz denemelerden vazgeçerek gene eski tarzına dönmesi, sevinilecek bir şey.. Bilhassa 61 No. lu Siirt tablosu, bu tarzın en olgun örneklerindendir. Bu resimde Halil Dikmen’in, kesin sınırlı geniş satıhlar halinde hendesîleşen gölge ve ışıklarıyla, temiz ve ferah mavi ve grileriyle, yeniden karşılaşıyoruz. 62 No. lu “Dolmabahçe’den Topkapı Sarayı” tablosunda, Halil Dikmen, aynı tarz üzerinde daha ileri giderek mücerret sanata yaklaşıyor, iki buutta çalışıp derinliği gölge ve ışıkla veriyor.
Cevat Dereli’nin resimleri her yıl daha çok şiirle doluyor. Cevat Dereli, resimde, edebiyat yapmadan şiir yapmasını bilen bir ressamdır, ve eserleri, şiir tarafını düşünmesek de ayakta kalacak kuvvettedir. Onun için, resimlerdeki şiiri, içimize hiç bir şüphe düşmeden duyabiliriz. Cevat Dereli, tamamen tabiat ressamı olmakla beraber bizde pek az tabiat ressamının dikkat ettiği bir hususa, kompozisyon mükemmelliğine ön plânda yer veriyor. Tablolarında hiç aksamıyan bir müvazene var. Biraz pastel tesiri veren fırçası resimlerine serin bir buğu katıyor.
Genç nesil ressamlarından İsmail Altınok, belki hiçbir iddiası olmamasına rağmen, serginin en dikkate değer ressamları arasındadır. Resimleri güneşsiz fakat iç aydınlatıcı! Bu belki de tabiatla insanı çok iyi uyuşturmasını bildiğindendir.
Malik Aksel’in 7 No. lu “Zeybekler” inde, donuk renkleri, eriyen figürleriyle, eski tarzının güzel bir örneğini görmüş oluyoruz. 6 No. lu “Oda içi” tablosundaki değişik tarzla bir kıyaslama yatığımız zaman, hakiki Malik Aksel’i tercih etmemek elden gelmiyor.
Refik Epikman, "Orman" tablosunda, ötedenberi tanıdığımız tarzıyla Gaugin’in üslûbunu uzlaştırmaya çalışıyor.
Eşref Üren, renklerini daha mücessemleştirmek suretiyle, yavaş yavaş Bonnard'dan uzaklaşmaktadır. Bazı resimlerine, insanı saran sıcak bir safiyet havası katıyor.
Şeref Akdik’in 2 No. lu “Köylü” tablosu, şimdiye kadar iddiasız çalışan bu duygulu, renklerine hâkim ressamın cüret kazandıkça kuvvetleneceğine bizi inandırıyor. Şeref Akdik’in bu cüreti göstererek yapacağı yenilik hamleleri herhalde çok sağlam bir temele dayanmış olacaktır. “Köylü” tablosunun talî taraflarında daha serbest çalışmış ve o nisbette daha çok başarı elde etmiştir. Aynı şekilde, "Manolya" ların fonu da, daha serbest ve cüretkâr çalışmasının mükâfatını vermektedir.
Genç neslin, acelesiz fakat sağlam adımlarla ilerleyen değerli ressamlarından Hasan Kavruk'ta, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yer yer bir İngiliz havası seziyor, Henry Moore ve Graham Sutherland’ı hatırlıyoruz. Fakat bu benzerlik fazla derine gitmemekte, daha çok umumî atmosferde kalmaktadır. Esasta Hasan Kavruk şahsiyet sahibi bir ressamdır.Belki pastelle çok çalıştığından olacak, yağlıboya resimlerinde de pastel tekniği görülüyor. Sağlam bir kompozisyonu var. Derinlik ve perspektifi, satıhların üçgenlere bölünmesiyle elde ediyor.
Kemal Çizer’in bir tek tablosunu görüyoruz. Fakat bu bile insana, ressamın ustalığı ve renk zevki hakkında bir fikir vermektedir. Tuvali satıhlara bölmüş. Fakat bu bölümler için mümkün olduğu kadar tabiî imkânlardan, tabiattaki çizgilerden faydalanmış gibi görünüyor, ve böylece cüretkârlığını kamufle etmiş oluyor.
Kendi kendini yetiştiren Sivaslı bir halk çocuğu olduğunu öğrendiğimiz İsmail Özeren çok sey vaadediyor. Resimlerinde fırça darbeleri en mühim rolü oynuyor denebilir. Derinliği olsun, satıhların ayrılışını olsun, fırça darbeleriyle veriyor. Birbirine çok yakın renkler kullandığı halde bir renk monotonluğu duyurmuyor. 116 No. lu resmi için, serginin en hayattar resimlerinden biri diyebiliriz.
Sergide üçer kanatlı üç de paravana var. Bunlar - boyları işe yaramıyacak kadar kısa olmakla beraber - mimariye ve ev dekorasyonuna resmi sokmak için Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bayraktarlığını yaptığı çığırda iyi bir adım!.. Bilhassa Cafer Yazdıran’ın “Taksim” ve Fikret Otyam’m "Üc Garip" konulu paravanaları başarılı birer eser.
*
Sanat hayatımız heykelcilikte hâlâ kısır... Bu sergide de ancak 6 heykel görüyoruz.
Ayperi Balkan çok ümit verici. Fakat henüz yolunu kestirememiş. Yalnız iki heykeli arasında değil, bir heykelinde bile tarz ayrılıkları görülüyor. "Oturan Kadın" heykeli, ilk bakışta, değişik havası ve kompozisyonuyla insanı çekiyor ama, biraz dikkat edince, birçok tenakuzlar görüyoruz. Heykelin yüzü, gövdesi ve elleriyle ayakları apayrı tarzlarda yapılmış.. Kollarla bacaklar da dahil olmak üzere gövde, yuvarlak satıhlı ve realist bir üslûpla yapılmış. El ve ayaklar stilize ve köşeli.. Yüzde ise, Matisse’in resimlerindeki kadar satıhçı bir üslûp görülüyor; gözler, burun ve dudaklar bile yalnız çizgilerle belirtilmiş. "Etüd adlı heykelinde bu gibi tenakuzlar görülmüyor. Daha iddiasız olmakla beraber ustaca bir eser.
Hakkı Karagidioğlu, fırça darbelerini andıran çalışma tarzıyla kuvvetli bir expressionisme başarıyor. Heykellerinde derin bir duygu ve sıcaklık var.
Her iki hevkeltraştan da çok şey bekliyebiliriz.
Resim:
DEVLET RESİM VE HEYKEL SERGİSİ
Bülent ECEVİT
15 nisan 1952 günü Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesinin altında açılan 13 üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisinden aynı tarihli Ulus’un "Sanat Köşesi"nde kısaca bahsederken, “iddiasız fakat olgun” bir sergi olduğunu söylemiştik. Sergiyi ikinci bir defa gezdikten sonra, “iddiasız” sözü yerinde, “olgun” sözü ise mübalâğalı gelmeye başladı. İlk gezişte insanın "olgun" bir sergi intibaını edinmesi, salonun tertibindeki zevk ve ustalığın verdiği bir illüzyondan ibaret olsa gerek!.
Bu sergi sanat hayatımıza ne bir yenilik getirmiş ne de büyük müjdeler vermıştir. Üstelik tanınmış ressamlarımızdan birçoğunun da gerilediklerini göstermiştir.
Resim hayatımızda gerçekten mi yenilik yoktur, ümit yoktur? Bu sorunun cevabını, 13 üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisine bakarak veremeyiz. Çünkü bu sergi, memleketimizin resim hayatını bütünüyle temsil etmekten çok uzaktır. D. Gruundan yalnız Eşref Üren’le Elif Naci sergiye katılmışlardır. Genç neslin ressamlarından pek az eser vardır, onlar da fazla dikkat çekici değil.
Genç nesil, herhalde sergide görüldüğünden daha ileri gitmiştir. Leylâ Gamsız’dan tek resmin giremediği bu sergi, daha kimbilir ne eserlere kapısını kapamış olabilir!
Modern resme karşı husumetle hareket edilmediği, ancak yeni neslin gönderdiği modern eserlerin başarısız eserler olduğu ileri sürülebilir. Diyelim bu görüş doğru olsun!. Fakat, muhafazakâr bir eserin başarısız olması mubah sayılıyor da, modern eserlerde başarısızlığa karşı neden bu kadar sert davranılıyor? Jüri heyetinde, sanat anlayışlarına, zevklerine güvenebileceğimiz kimseler de var. Onlar, 13 üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisinde bakılamıyacak kadar kötü nice muhafazakâr tablo bulunduğunu bilmesinler, mümkün mü?.
*
Sergiyi kurtaran birkaç ressam arasında Cevat Dereli'yi, İsmail Altınok’u, ve Halil Dikmen’i sayabiliriz.
Halil Dikmen’in, geçen yılki Devlet Resim ve Heykel Sergisinde görmüş olduğumuz denemelerden vazgeçerek gene eski tarzına dönmesi, sevinilecek bir şey.. Bilhassa 61 No. lu Siirt tablosu, bu tarzın en olgun örneklerindendir. Bu resimde Halil Dikmen’in, kesin sınırlı geniş satıhlar halinde hendesîleşen gölge ve ışıklarıyla, temiz ve ferah mavi ve grileriyle, yeniden karşılaşıyoruz. 62 No. lu “Dolmabahçe’den Topkapı Sarayı” tablosunda, Halil Dikmen, aynı tarz üzerinde daha ileri giderek mücerret sanata yaklaşıyor, iki buutta çalışıp derinliği gölge ve ışıkla veriyor.
Cevat Dereli’nin resimleri her yıl daha çok şiirle doluyor. Cevat Dereli, resimde, edebiyat yapmadan şiir yapmasını bilen bir ressamdır, ve eserleri, şiir tarafını düşünmesek de ayakta kalacak kuvvettedir. Onun için, resimlerdeki şiiri, içimize hiç bir şüphe düşmeden duyabiliriz. Cevat Dereli, tamamen tabiat ressamı olmakla beraber bizde pek az tabiat ressamının dikkat ettiği bir hususa, kompozisyon mükemmelliğine ön plânda yer veriyor. Tablolarında hiç aksamıyan bir müvazene var. Biraz pastel tesiri veren fırçası resimlerine serin bir buğu katıyor.
Genç nesil ressamlarından İsmail Altınok, belki hiçbir iddiası olmamasına rağmen, serginin en dikkate değer ressamları arasındadır. Resimleri güneşsiz fakat iç aydınlatıcı! Bu belki de tabiatla insanı çok iyi uyuşturmasını bildiğindendir.
Malik Aksel’in 7 No. lu “Zeybekler” inde, donuk renkleri, eriyen figürleriyle, eski tarzının güzel bir örneğini görmüş oluyoruz. 6 No. lu “Oda içi” tablosundaki değişik tarzla bir kıyaslama yatığımız zaman, hakiki Malik Aksel’i tercih etmemek elden gelmiyor.
Refik Epikman, "Orman" tablosunda, ötedenberi tanıdığımız tarzıyla Gaugin’in üslûbunu uzlaştırmaya çalışıyor.
Eşref Üren, renklerini daha mücessemleştirmek suretiyle, yavaş yavaş Bonnard'dan uzaklaşmaktadır. Bazı resimlerine, insanı saran sıcak bir safiyet havası katıyor.
Şeref Akdik’in 2 No. lu “Köylü” tablosu, şimdiye kadar iddiasız çalışan bu duygulu, renklerine hâkim ressamın cüret kazandıkça kuvvetleneceğine bizi inandırıyor. Şeref Akdik’in bu cüreti göstererek yapacağı yenilik hamleleri herhalde çok sağlam bir temele dayanmış olacaktır. “Köylü” tablosunun talî taraflarında daha serbest çalışmış ve o nisbette daha çok başarı elde etmiştir. Aynı şekilde, "Manolya" ların fonu da, daha serbest ve cüretkâr çalışmasının mükâfatını vermektedir.
Genç neslin, acelesiz fakat sağlam adımlarla ilerleyen değerli ressamlarından Hasan Kavruk'ta, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yer yer bir İngiliz havası seziyor, Henry Moore ve Graham Sutherland’ı hatırlıyoruz. Fakat bu benzerlik fazla derine gitmemekte, daha çok umumî atmosferde kalmaktadır. Esasta Hasan Kavruk şahsiyet sahibi bir ressamdır.Belki pastelle çok çalıştığından olacak, yağlıboya resimlerinde de pastel tekniği görülüyor. Sağlam bir kompozisyonu var. Derinlik ve perspektifi, satıhların üçgenlere bölünmesiyle elde ediyor.
Kemal Çizer’in bir tek tablosunu görüyoruz. Fakat bu bile insana, ressamın ustalığı ve renk zevki hakkında bir fikir vermektedir. Tuvali satıhlara bölmüş. Fakat bu bölümler için mümkün olduğu kadar tabiî imkânlardan, tabiattaki çizgilerden faydalanmış gibi görünüyor, ve böylece cüretkârlığını kamufle etmiş oluyor.
Kendi kendini yetiştiren Sivaslı bir halk çocuğu olduğunu öğrendiğimiz İsmail Özeren çok sey vaadediyor. Resimlerinde fırça darbeleri en mühim rolü oynuyor denebilir. Derinliği olsun, satıhların ayrılışını olsun, fırça darbeleriyle veriyor. Birbirine çok yakın renkler kullandığı halde bir renk monotonluğu duyurmuyor. 116 No. lu resmi için, serginin en hayattar resimlerinden biri diyebiliriz.
Sergide üçer kanatlı üç de paravana var. Bunlar - boyları işe yaramıyacak kadar kısa olmakla beraber - mimariye ve ev dekorasyonuna resmi sokmak için Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bayraktarlığını yaptığı çığırda iyi bir adım!.. Bilhassa Cafer Yazdıran’ın “Taksim” ve Fikret Otyam’m "Üc Garip" konulu paravanaları başarılı birer eser.
*
Sanat hayatımız heykelcilikte hâlâ kısır... Bu sergide de ancak 6 heykel görüyoruz.
Ayperi Balkan çok ümit verici. Fakat henüz yolunu kestirememiş. Yalnız iki heykeli arasında değil, bir heykelinde bile tarz ayrılıkları görülüyor. "Oturan Kadın" heykeli, ilk bakışta, değişik havası ve kompozisyonuyla insanı çekiyor ama, biraz dikkat edince, birçok tenakuzlar görüyoruz. Heykelin yüzü, gövdesi ve elleriyle ayakları apayrı tarzlarda yapılmış.. Kollarla bacaklar da dahil olmak üzere gövde, yuvarlak satıhlı ve realist bir üslûpla yapılmış. El ve ayaklar stilize ve köşeli.. Yüzde ise, Matisse’in resimlerindeki kadar satıhçı bir üslûp görülüyor; gözler, burun ve dudaklar bile yalnız çizgilerle belirtilmiş. "Etüd adlı heykelinde bu gibi tenakuzlar görülmüyor. Daha iddiasız olmakla beraber ustaca bir eser.
Hakkı Karagidioğlu, fırça darbelerini andıran çalışma tarzıyla kuvvetli bir expressionisme başarıyor. Heykellerinde derin bir duygu ve sıcaklık var.
Her iki hevkeltraştan da çok şey bekliyebiliriz.
Koleksiyon
Alıntı
“Devlet Resim ve Heykel Sergisi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 30 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1409 ulaşıldı.