"Yumurta Kafa", "Kalkık Kaş" ve Anglo-Sakson Demokrasisi
Başlık:
"Yumurta Kafa", "Kalkık Kaş" ve Anglo-Sakson Demokrasisi
Kaynak:
Ulus, "Günaydın" ss. 1, 2
Tarih:
1961-01-25
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi, "Günaydın Yazı Dizisi 1960-61"
Metin:
GÜNAYDIN
BÜLENT ECEVİT
"Yumurta kafa", "kalkık kaş" ve Anglo-Sakson demokrasisi
Aydın kişiye Amerika'da «yumurta kafa», İngiltere'de «kalkık kaş» denir. İki Anglo - Sakson toplumunda da bu alaylı deyimler, halk kitlelerinin, aydınlara tevazuu, alçakgönüllülüğü öğretmek için, onları, «biz aydınız» diye topluma tepeden bakar gibi tavırlar takınmaktan, kendilerine bir imtiyazlı sınıf havası vermekten alıkoymak için bulduğu bir haddini bildirme aracı olsa gerektir.
Kendilerine «yumurta kafa» veya «Kalkık kaş» dedirtmemek için, her iki toplumun aydınları, gerçek aydınları, halkla münasebetlerinde, bilgiçlik taslar gibi, kendilerinde bir takım üstünlükler olduğuna inanır gibi görünmemeğe ellerinden geldiği kadar dikkat eder, hattâ, topluluk içinde, bilgili olduklarını belli etmeyecek tarzda konuşmağa çalışırlar.
Toplumun aydınlara alçakgönüllülük aşılaması, aydının da toplumdan gelen bu telkine, hattâ baskıya boyun eğerek alçakgönüllü davranması, İngiltere'de de Amerika'da da demokrasinin o kadar iyi işlemesinin sırlarından biri olsa gerektir. Çünkü böylece, bilgi gerektiren devlet ve toplum işlerinin düzenlenip yürütülmesini ön plânda üzerlerine almaları gerekli aydınlar, azınlıkta bulunmalarına rağmen, aydın olmayan büyük halk kitlelerinin sevgi ve güvenini kazanmak, o kitlelerin oyları ile sorumlu mevkilere gelmek, ülkenin yönetiminde baş rolü oynamak imkânını bulurlar.
Aydınlara alçakgönüllülüğü öğretmek, aydınları halkla, geniş halk kitleleriyle ,aralarında hiç bir ayrılık yokmuş gibi, bir seviye üzerinde kaynaşmağa teşvik etmek, herhalde, seçim kanununa bir takım diploma barajları koymaktan ve halkı, belirli mevkilere ancak aydın kişiler seçmeğe kanun yoluyla zorlamaktan daha iyi, daha demokratik, daha verimli bir yoldur.
Her kültür seviyesinden kimselerle seve seve kaynaşmağa hazır, alçakgönüllü aydınlara, halk hiç bir zorlama olmaksızın, kendiliğinden oy verir. Bunun en belirli örneği, İngiliz İşçi Partisinin milletvekilleridir. Kültür seviyesi en düşük zümreleri temsil eden bu milletvekillerinin büyük çoğunluğu aydın kişilerdir. Bazıları en pahalı yüksekokullardan çıkmış, varlıklı ailelerden gelmişlerdir. Ama halkın önünde eğilmesini, onun dertlerine, halkın içinde gelen bir insan duyarlığı ile kulak vermesini bilmişler, öylelikle halkın güvenini kazanıp, oyunu almışlardır.
Çağımız demokrasisinin en büyük erdemlerinden, en üstün niteliklerinden biri de, zaten, «aydın» ve «seçkin» zümreleri, bu zümrelerden gelen ve devlet yönetimi için gerekil bilgilerle mücehhez kimseleri, halkla kaynaştırması, kaynaşma, ya zorlamasıdır; haklı veya haksız, kendilerini «aydın» ve «seçkin» sayabilecek durumda olanların, topluma tepeden bakmalarına, gereği gibi tanıyamadıkları, dertlerini öğrenemedîkleri ve «cahil» görüp küçümsedikleri geniş halk kitlelerini baskı altına almalarına, sömürüp ezmelerine engel olmasıdır.
Seçimlerde bir diploma barajı olmayınca, elbette, hiç aydın sayılamıyacak, belki hiç okul görmemiş bazı kimselerden de milletvekili seçilenler olacaktır. Olması da gerekir. Çünkü bir aydın, hele bir kentli aydın, ne kadar iyiniyetli ne kadar alçakgönüllü olsa, halkın dertlerini, meselelerini bir sınırın ötesinde göremiyebilir; vaktinin büyük bir kısmını halkla temasa ayıramıyabilir. Onun bu eksikliklerini, doğrudan doğruya halkın içinden gelen, «aydın» sayılamayacak zümrelerden gelen milletvekili tamamlıyacaktır. Böyle milletvekilleri arasından, parlâmento çalışmalarına çok faydası dokunmuş değerli kimseler, kendi yurdumuzda da vardır.
Demokrasinin gerçek bir halk idaresi olarak işleyebilmesi ve verimli olabilmesi, «cahil» görülen kitlelerin kendi içlerinden de parlâmentoya temsilci gönderebilmelerine; ve aydınlar arasından gelen temsilcilerin de, aydın olmayanlar arasından gelen temsilciler kadar alçak gönüllü olmağa, halkla kaynaşmağa, halkın meseleleriyle ilgilenmeğe kendilerini mecbur hissetmelerine bağlıdır.
Demokrasinin soysuzlaşmasını önlemek için, «aydın» ları imtiyazlı bir seçkinler sınıfı haline getirmek değil, tersine, onların halktan kopup ayrı düşmelerine engel olmak gerekir.
Onun için, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, şimdi, yeni seçim kanunu hazırlanırken, seçme ve seçilme hakları konusunda diploma barajları koyarak, «aydın» lara, diplomalılara imtiyazlı bir durum tanınması yolundaki düşünceler asla itibar görmemelidir! Senato seçiminde böyle bir baraja mutlaka ihtiyaç duyuluyorsa, onda bile ölçü kaçırılmamalıdır!
Devrimden sonra verilen, kendi görüşümüze göre yanlış bir kararla, zaten, partilerin ocak, bucak teşkilâtı kaldırılmış, öylece, kentli ve aydın partililerin geniş halk kitleleriyle bağlantısı gevşetilmistir. Bazı bakımlardan faydaları üstün görüldüğü için kabul edilmesi beklenen nisbî temsil usulü ise, bu bağlantıyı belki daha da gevşetecektir. Bir de, bunların üstüne, seçilme hakkı, hele seçme hakkı, diplomalıların, «aydın» ların veya kendilerini «aydın» sayanların tekeline verilirse, demokrasiden geriye ne kalır?
Bizim halkımızın bir büyük erdemi, aydın kişiye, bilgili kişiye değer verişidir. Bunun bir toplum için sonsuz faydaları vardır. Türk aydını, Türk halkının kendisine, hiç bir kanunî zorlama olmaksızın verdiği bu itibarlı mevkii demokratik düzende de muhafaza edebilmek için, halkla kaynaşmak, kendini halktan ayrı ve üstün tutarmış gibi görünmekten dikkatle kaçınmak zorundadır! Böylece belki, memleketimizde, «yumurta kafa», «kalkık kaş» gibi, aydınları alaya alıcı, küçük düşürücü ve onlara bu suretle hadlerini bildirici deyimler ortaya çıkmasına yer kalmaksızın da, aydınlarla aydın olmayanlar arasındaki münasebetleri demokratik ölçülere göre düzenleme imkânı bulunabilir.
BÜLENT ECEVİT
"Yumurta kafa", "kalkık kaş" ve Anglo-Sakson demokrasisi
Aydın kişiye Amerika'da «yumurta kafa», İngiltere'de «kalkık kaş» denir. İki Anglo - Sakson toplumunda da bu alaylı deyimler, halk kitlelerinin, aydınlara tevazuu, alçakgönüllülüğü öğretmek için, onları, «biz aydınız» diye topluma tepeden bakar gibi tavırlar takınmaktan, kendilerine bir imtiyazlı sınıf havası vermekten alıkoymak için bulduğu bir haddini bildirme aracı olsa gerektir.
Kendilerine «yumurta kafa» veya «Kalkık kaş» dedirtmemek için, her iki toplumun aydınları, gerçek aydınları, halkla münasebetlerinde, bilgiçlik taslar gibi, kendilerinde bir takım üstünlükler olduğuna inanır gibi görünmemeğe ellerinden geldiği kadar dikkat eder, hattâ, topluluk içinde, bilgili olduklarını belli etmeyecek tarzda konuşmağa çalışırlar.
Toplumun aydınlara alçakgönüllülük aşılaması, aydının da toplumdan gelen bu telkine, hattâ baskıya boyun eğerek alçakgönüllü davranması, İngiltere'de de Amerika'da da demokrasinin o kadar iyi işlemesinin sırlarından biri olsa gerektir. Çünkü böylece, bilgi gerektiren devlet ve toplum işlerinin düzenlenip yürütülmesini ön plânda üzerlerine almaları gerekli aydınlar, azınlıkta bulunmalarına rağmen, aydın olmayan büyük halk kitlelerinin sevgi ve güvenini kazanmak, o kitlelerin oyları ile sorumlu mevkilere gelmek, ülkenin yönetiminde baş rolü oynamak imkânını bulurlar.
Aydınlara alçakgönüllülüğü öğretmek, aydınları halkla, geniş halk kitleleriyle ,aralarında hiç bir ayrılık yokmuş gibi, bir seviye üzerinde kaynaşmağa teşvik etmek, herhalde, seçim kanununa bir takım diploma barajları koymaktan ve halkı, belirli mevkilere ancak aydın kişiler seçmeğe kanun yoluyla zorlamaktan daha iyi, daha demokratik, daha verimli bir yoldur.
Her kültür seviyesinden kimselerle seve seve kaynaşmağa hazır, alçakgönüllü aydınlara, halk hiç bir zorlama olmaksızın, kendiliğinden oy verir. Bunun en belirli örneği, İngiliz İşçi Partisinin milletvekilleridir. Kültür seviyesi en düşük zümreleri temsil eden bu milletvekillerinin büyük çoğunluğu aydın kişilerdir. Bazıları en pahalı yüksekokullardan çıkmış, varlıklı ailelerden gelmişlerdir. Ama halkın önünde eğilmesini, onun dertlerine, halkın içinde gelen bir insan duyarlığı ile kulak vermesini bilmişler, öylelikle halkın güvenini kazanıp, oyunu almışlardır.
Çağımız demokrasisinin en büyük erdemlerinden, en üstün niteliklerinden biri de, zaten, «aydın» ve «seçkin» zümreleri, bu zümrelerden gelen ve devlet yönetimi için gerekil bilgilerle mücehhez kimseleri, halkla kaynaştırması, kaynaşma, ya zorlamasıdır; haklı veya haksız, kendilerini «aydın» ve «seçkin» sayabilecek durumda olanların, topluma tepeden bakmalarına, gereği gibi tanıyamadıkları, dertlerini öğrenemedîkleri ve «cahil» görüp küçümsedikleri geniş halk kitlelerini baskı altına almalarına, sömürüp ezmelerine engel olmasıdır.
Seçimlerde bir diploma barajı olmayınca, elbette, hiç aydın sayılamıyacak, belki hiç okul görmemiş bazı kimselerden de milletvekili seçilenler olacaktır. Olması da gerekir. Çünkü bir aydın, hele bir kentli aydın, ne kadar iyiniyetli ne kadar alçakgönüllü olsa, halkın dertlerini, meselelerini bir sınırın ötesinde göremiyebilir; vaktinin büyük bir kısmını halkla temasa ayıramıyabilir. Onun bu eksikliklerini, doğrudan doğruya halkın içinden gelen, «aydın» sayılamayacak zümrelerden gelen milletvekili tamamlıyacaktır. Böyle milletvekilleri arasından, parlâmento çalışmalarına çok faydası dokunmuş değerli kimseler, kendi yurdumuzda da vardır.
Demokrasinin gerçek bir halk idaresi olarak işleyebilmesi ve verimli olabilmesi, «cahil» görülen kitlelerin kendi içlerinden de parlâmentoya temsilci gönderebilmelerine; ve aydınlar arasından gelen temsilcilerin de, aydın olmayanlar arasından gelen temsilciler kadar alçak gönüllü olmağa, halkla kaynaşmağa, halkın meseleleriyle ilgilenmeğe kendilerini mecbur hissetmelerine bağlıdır.
Demokrasinin soysuzlaşmasını önlemek için, «aydın» ları imtiyazlı bir seçkinler sınıfı haline getirmek değil, tersine, onların halktan kopup ayrı düşmelerine engel olmak gerekir.
Onun için, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, şimdi, yeni seçim kanunu hazırlanırken, seçme ve seçilme hakları konusunda diploma barajları koyarak, «aydın» lara, diplomalılara imtiyazlı bir durum tanınması yolundaki düşünceler asla itibar görmemelidir! Senato seçiminde böyle bir baraja mutlaka ihtiyaç duyuluyorsa, onda bile ölçü kaçırılmamalıdır!
Devrimden sonra verilen, kendi görüşümüze göre yanlış bir kararla, zaten, partilerin ocak, bucak teşkilâtı kaldırılmış, öylece, kentli ve aydın partililerin geniş halk kitleleriyle bağlantısı gevşetilmistir. Bazı bakımlardan faydaları üstün görüldüğü için kabul edilmesi beklenen nisbî temsil usulü ise, bu bağlantıyı belki daha da gevşetecektir. Bir de, bunların üstüne, seçilme hakkı, hele seçme hakkı, diplomalıların, «aydın» ların veya kendilerini «aydın» sayanların tekeline verilirse, demokrasiden geriye ne kalır?
Bizim halkımızın bir büyük erdemi, aydın kişiye, bilgili kişiye değer verişidir. Bunun bir toplum için sonsuz faydaları vardır. Türk aydını, Türk halkının kendisine, hiç bir kanunî zorlama olmaksızın verdiği bu itibarlı mevkii demokratik düzende de muhafaza edebilmek için, halkla kaynaşmak, kendini halktan ayrı ve üstün tutarmış gibi görünmekten dikkatle kaçınmak zorundadır! Böylece belki, memleketimizde, «yumurta kafa», «kalkık kaş» gibi, aydınları alaya alıcı, küçük düşürücü ve onlara bu suretle hadlerini bildirici deyimler ortaya çıkmasına yer kalmaksızın da, aydınlarla aydın olmayanlar arasındaki münasebetleri demokratik ölçülere göre düzenleme imkânı bulunabilir.
Koleksiyon
Alıntı
“"Yumurta Kafa", "Kalkık Kaş" ve Anglo-Sakson Demokrasisi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1326 ulaşıldı.