İzmir Neden Sevilir?
Başlık:
İzmir Neden Sevilir?
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 13080, ss. 1, 5
Tarih:
1959-12-31
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi / Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
İzmir neden sevilir ?
Bülent ECEVİT
Yaz ortalarındanberi bu köşede, yorucu fakat her yorgunluğu mükâfatlandıncı bir siyasi gezi vesilesiyle tanıdığım İzmir’den, Manisa'dan söz etmek istiyordum. Ama günlük olayların, bir muhalefet yazarını, «önce beni yaz, önce beni yaz» diye sıkıştırdığı bir devrede olduğumuz için fırsat bulamadım. Ancak, Urla’daki Belediye seçimi hâdiseleri bu fırsatı günlük olayların akışında getirince, Ege gezisi hatıralarımı bu köşede bir ucundan olsun yakalıyabildim. (x) Şimdi bırakmak istemiyorum. Günlük olayların baskısından nefes alma imkânı çıktıkça bu köşede, Ege’de görüp duyduklarımın hikayesini tamamlamağa çalışacağım.
Fakat gezinin siyasi yönüne gelmeden önce, ilk bakışta insana,
— Nesi varmış sevilecek?,
dedirten, ama bir kaç günde insanı büyü gibi saran İzmir şehrini, bilmeyenlere, veya o «ilk bakış»ta görülenin ötesinde görmek fırsatı bulamamış olanlara, kısaca anlatabilmek isterim.
*
İzmir, dünyanın başka nice büyük şehirlerine çirkinlik katan şeylerele çekiciliği artan, başka nice büyük şehirlerde hayatı soğuklaştıran işlerle sıcaklık kazanan şehir...
Dünyada gördüğüm bütün liman şehirlerinin en çirkin, soğuk ve kara yerleri doklarıdır. O şehirlerin en güzel olabilecek yerlerini doklar kapatmış, şehirden ayırmış, karartmış, çirkinleştirmiştir.
İzmir’de ise doklar kıyı boyunca şehre rahat rahat yayılmış, şehrin içine sinmiş, kanına girmiş; gemilerin kurumunu, kömürünü, renkli renkli bayraklarını, sandık sandık mallarını, dok işçilerinin terli, yağlı urubalarını, denizin sepet sepet balıklarını, paçaları sıvalı balıkçıları, İzmir’in tabiatı içine, nostaljik bir piyes dekoru ile sanatkâr ve figüranları gibi yerleştirmiş. İzmir’de doklar, İzmir’i görünceye kadar gerçekte değil de ancak tiyatro dekorlarında veya «sosyal - gerçekçi» şiirlerde olur sandığım o sıcak, o renkli, o bütün hüznüyle, acısıyla, derdiyle yaşıyan, insanı hem bir tabiat parçası gibi dinlendirip duygulandıran, hem bir şehir hayatı gibi kamçılayan dokları...
Ticaret de, ticaret merkezi nice büyük şehirlerde, iş adamlorı denilen bir kliğin perde arkasında yürüttüğü, soğuk, kuru, duyguları dondurup kurutucu bir iş alanıdır. Hele iş bölgeleri o büyük şehirlerin en tatsız bölgeridir.
İzmir’de ise ticaret, şehrin nabzında atıyor. Bir yanda bütün kötülükleri, rekabet ve insafsızlıkları ile, öbür yanda bütün kaçınılmazlığı ve yararlığı ile, ticaretin, insanlıktan ayrılmaz bir faaliyet olduğu, İzmir’de apaçık ortaya çıkmış. Ticarî faaliyet, borsa gelişmeleri, bir tabiat unsuru, birer tabiat hâdisesi gibi şehre sinmiş... Endüstri, denizden esen rüzgârla sık sık, en ağır kokularını şehre yayıyor.
Bir fabrikadan çıkan, bir dükkândan alınan malı kullanır, yiyeceği yerken, onları çıkaranların, yapanların, satanların emeğini, terini, ezilişini veya ezişini, kafanızdan saklamak isteseniz bile, genzinizde, ciğerlerinizde, kulaklarınızda duyuyorsunuz, gözlerinizle görüyorsunuz. İnsanlığın ve memleketin dertleri, meseleleri, İzmir’de insanın önüne bir fal gibi açılıyor.
Nitekim, İzmir’in en zengin yerinde de otursanız, İzmir nüfusunun yarıya yakınını barındıran, ve şehri çirkinleştirmeden yaralıyan gecekondu mahallelerine sırtınızı çeviremez, gözlerinizi ve vicdanınızı kapatamazsınız. Karşıyaka’nın kıyı boyunda kendinizi Batı Avrupa’nın bir güzel ve mutlu Akdeniz şehrinde sanırken, sol yanınızdaki tepelerde yükselen gecekondu mahalleleri her an size, Türkiye’de ve Türkiye'nin dertleriyle başbaşa olduğunuzu hatırlatır.
İstanbul'daki gibi bir Boğaz geçmekle ya da mahalle aşmakla değil, adım attıkça kıta değiştirirsiniz. Bir adımda Avrupa’da iseniz, öbür adımda Asya’dasınız.
Kendinizi medeniyetin aydınlığında sanırken, Fuar koruluğunun neresinden çıktığı anlaşılmayan vahşî orman haykırışlarıyla dokunulmamış tabiatın kuytuluğuna ve esrarına gömülürsünüz. Yirminci yüzyıldayım derken, bir agora yıkıntısında, bir sütun parçasında eski çağlara göçürülürsünüz.
İzmir, güzel mi, çirkin mi diye, mamur mu, değil mi diye, yeni mi, eski mi diye düşünemeden, insanın, bütün zayıflık ve kuvvetiyle, bütün eksiklik ve üstünlüğüyle, sırf insan olduğu, sırf yaşadığı için sevip vurulduğu, ve insanlığın bütün çelişmelerini, insan faaliyetinin değişik yönlü akımlarını bir tek girdapta birleştiren hayatına ister istemez kapılıp tutulduğu şehir... Ve insanları ancak böyle bir şehrin insanlarının olabileceği kadar sıcak ve canlı.
BÜLENT ECEVİT
----------
(x) ULUS, 26 Aralık 1959.
İzmir neden sevilir ?
Bülent ECEVİT
Yaz ortalarındanberi bu köşede, yorucu fakat her yorgunluğu mükâfatlandıncı bir siyasi gezi vesilesiyle tanıdığım İzmir’den, Manisa'dan söz etmek istiyordum. Ama günlük olayların, bir muhalefet yazarını, «önce beni yaz, önce beni yaz» diye sıkıştırdığı bir devrede olduğumuz için fırsat bulamadım. Ancak, Urla’daki Belediye seçimi hâdiseleri bu fırsatı günlük olayların akışında getirince, Ege gezisi hatıralarımı bu köşede bir ucundan olsun yakalıyabildim. (x) Şimdi bırakmak istemiyorum. Günlük olayların baskısından nefes alma imkânı çıktıkça bu köşede, Ege’de görüp duyduklarımın hikayesini tamamlamağa çalışacağım.
Fakat gezinin siyasi yönüne gelmeden önce, ilk bakışta insana,
— Nesi varmış sevilecek?,
dedirten, ama bir kaç günde insanı büyü gibi saran İzmir şehrini, bilmeyenlere, veya o «ilk bakış»ta görülenin ötesinde görmek fırsatı bulamamış olanlara, kısaca anlatabilmek isterim.
*
İzmir, dünyanın başka nice büyük şehirlerine çirkinlik katan şeylerele çekiciliği artan, başka nice büyük şehirlerde hayatı soğuklaştıran işlerle sıcaklık kazanan şehir...
Dünyada gördüğüm bütün liman şehirlerinin en çirkin, soğuk ve kara yerleri doklarıdır. O şehirlerin en güzel olabilecek yerlerini doklar kapatmış, şehirden ayırmış, karartmış, çirkinleştirmiştir.
İzmir’de ise doklar kıyı boyunca şehre rahat rahat yayılmış, şehrin içine sinmiş, kanına girmiş; gemilerin kurumunu, kömürünü, renkli renkli bayraklarını, sandık sandık mallarını, dok işçilerinin terli, yağlı urubalarını, denizin sepet sepet balıklarını, paçaları sıvalı balıkçıları, İzmir’in tabiatı içine, nostaljik bir piyes dekoru ile sanatkâr ve figüranları gibi yerleştirmiş. İzmir’de doklar, İzmir’i görünceye kadar gerçekte değil de ancak tiyatro dekorlarında veya «sosyal - gerçekçi» şiirlerde olur sandığım o sıcak, o renkli, o bütün hüznüyle, acısıyla, derdiyle yaşıyan, insanı hem bir tabiat parçası gibi dinlendirip duygulandıran, hem bir şehir hayatı gibi kamçılayan dokları...
Ticaret de, ticaret merkezi nice büyük şehirlerde, iş adamlorı denilen bir kliğin perde arkasında yürüttüğü, soğuk, kuru, duyguları dondurup kurutucu bir iş alanıdır. Hele iş bölgeleri o büyük şehirlerin en tatsız bölgeridir.
İzmir’de ise ticaret, şehrin nabzında atıyor. Bir yanda bütün kötülükleri, rekabet ve insafsızlıkları ile, öbür yanda bütün kaçınılmazlığı ve yararlığı ile, ticaretin, insanlıktan ayrılmaz bir faaliyet olduğu, İzmir’de apaçık ortaya çıkmış. Ticarî faaliyet, borsa gelişmeleri, bir tabiat unsuru, birer tabiat hâdisesi gibi şehre sinmiş... Endüstri, denizden esen rüzgârla sık sık, en ağır kokularını şehre yayıyor.
Bir fabrikadan çıkan, bir dükkândan alınan malı kullanır, yiyeceği yerken, onları çıkaranların, yapanların, satanların emeğini, terini, ezilişini veya ezişini, kafanızdan saklamak isteseniz bile, genzinizde, ciğerlerinizde, kulaklarınızda duyuyorsunuz, gözlerinizle görüyorsunuz. İnsanlığın ve memleketin dertleri, meseleleri, İzmir’de insanın önüne bir fal gibi açılıyor.
Nitekim, İzmir’in en zengin yerinde de otursanız, İzmir nüfusunun yarıya yakınını barındıran, ve şehri çirkinleştirmeden yaralıyan gecekondu mahallelerine sırtınızı çeviremez, gözlerinizi ve vicdanınızı kapatamazsınız. Karşıyaka’nın kıyı boyunda kendinizi Batı Avrupa’nın bir güzel ve mutlu Akdeniz şehrinde sanırken, sol yanınızdaki tepelerde yükselen gecekondu mahalleleri her an size, Türkiye’de ve Türkiye'nin dertleriyle başbaşa olduğunuzu hatırlatır.
İstanbul'daki gibi bir Boğaz geçmekle ya da mahalle aşmakla değil, adım attıkça kıta değiştirirsiniz. Bir adımda Avrupa’da iseniz, öbür adımda Asya’dasınız.
Kendinizi medeniyetin aydınlığında sanırken, Fuar koruluğunun neresinden çıktığı anlaşılmayan vahşî orman haykırışlarıyla dokunulmamış tabiatın kuytuluğuna ve esrarına gömülürsünüz. Yirminci yüzyıldayım derken, bir agora yıkıntısında, bir sütun parçasında eski çağlara göçürülürsünüz.
İzmir, güzel mi, çirkin mi diye, mamur mu, değil mi diye, yeni mi, eski mi diye düşünemeden, insanın, bütün zayıflık ve kuvvetiyle, bütün eksiklik ve üstünlüğüyle, sırf insan olduğu, sırf yaşadığı için sevip vurulduğu, ve insanlığın bütün çelişmelerini, insan faaliyetinin değişik yönlü akımlarını bir tek girdapta birleştiren hayatına ister istemez kapılıp tutulduğu şehir... Ve insanları ancak böyle bir şehrin insanlarının olabileceği kadar sıcak ve canlı.
BÜLENT ECEVİT
----------
(x) ULUS, 26 Aralık 1959.
Koleksiyon
Alıntı
“İzmir Neden Sevilir?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1127 ulaşıldı.