İnsan Hakları ve Türkiye
Başlık:
İnsan Hakları ve Türkiye
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 13059, ss. 1, 5
Tarih:
1959-12-10
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
İnsan hakları ve Türkiye
Bülent ECEVİT
Bugün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 11 inci yıldönümü.. Bu Beyanname Türkiye’de kanun hükmündedir.
«Bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması» Bakanlar Kurulu kararının bir gereği olduğuna göre, 11 inci yıldönümü vesilesiyle, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi karşısında Türkiye’nin son durumunu gözden geçirmeyi vazife sayıyoruz.
Beyannamenin 1. maddesi,
«Bütün insanlar, hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar», der.
Fakat bugün Türkiye’de, iktidar ve muhalefet partileri mensupları arasında hak ve hürriyet eşitliği kalmamıştır.
Devlet Radyosundan istifadeye iktidar partisinin hakkı var, muhalefetin hakkı yoktur, ve muhalefet mensuplarının haysiyeti, onların da ödedikleri vergilerle işleyen Devlet Radyosunda açıkça çiğnenmektedir.
Hak ve hürriyet eşitliği Büyük Millet Meclisi içinde bile muhalefete tanınmaz olmuştur.
Oysa, Beyannamenin 2. maddesi, «Herkes» in, «Siyasi akide farkı gözetilmeksizin.. Beyannamede ilân edilen tekmil haklardan ve bütün hürriyetyetlerden istifade» edebileceğini bilhassa belirtir.
Madde 3, «Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır» der.
Fakat, hele son bir yıl içinde, bütün bu emniyetler, muhalefet mensupları için ortadan kaldırılmıştır. Bu memleketin kurtarıcılarından, bu devletin kurucularından biri olan İnönü’nün şahsında «yaşama emniyeti» ne müteaddit tecavüzler olmuştur. Bu tecavüzlerin sorumlu mevkîlerdeki bazı kimseler tarafından tertiplendiği, Büyük Millet Meclisine verilen bir soruşturma önergesi ile öne sürüldüğü hâlde, iktidar, bu önergenin Meclisde görüşülmesini önlemiştir. Bir Valinin, «İnönü’yü vur» emirini vererek İnönü’nün yaşama hürriyet ve emniyetini ortadan kaldırmak istediği, mahkemede dinlenen resmî hüviyeti haiz âmme şahitleri tarafından ifade olunduğu hâlde, şahitler sürülmüş, Vali ise yerinde tutulmak suretiyle taltif edilmiştir.
Madde 5: «Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayrıinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz».
Oysa, gene bu yıl, kanunî haklarını savunmaktan başka suçu olmayan bazı üniversite öğrencileri, iktidarı tutan birkaç öğrencinin ve bazı iktidar milletvekillerinin teşvikiyle, karakollarda «işkenceye, zalimane.. muamelelere tabi» tutulmuşlardır.
Madde 7’ye göre «kanun önünde herkes eşittir»...
Fakat muhalefete karşı fazlasiyle uygulanan birçok kanunlar, iktidara karşı uygulanmamaktadır.
Aynı maddeye göre, «herkesin bu Beyannameye aykırı her türlü ayırdedici muameleye karşı ve böyle bir ayırdedici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.»
Fakat Çanakkale’de, muhalefet milletvekilleri, kanun ve nizam dinlemeyen iktidar partisi mensuplarının tecavüzlerine karşı, ve onları Devlet Radyosu yayınlarıyla tecavüze kışkırtan sorumlulara karşı korunmalarını istedikleri vakit, ilin inzibat ve asayişinden sorumlu Vali, buna imkânı olmadığını bildirmiştir.
Madde 10: «Herkes... dâvasını tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından nesafetle ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir».
Oysa, Demokrat Parti iktidarı sırasında mahkemelerin bağımsızlığı geniş ölçüde ihlâl edilmiş, 1958, 1959 yıllarında, muhalefet mensuplarının ilgili bulundukları birçok dâvalara gizlilik kararları, yayın yasakları uygulanmıştır.
Madde 11: «Bir suç işlemekten sanık herkes... açık bir yargılanma ile kanunen suçlu olduğu tesbit edilmedikçe masum sayılır».
Fakat, Devlet Radyosunda ve Millet Meclisinde, İçişleri Bakanı, gazetelerde iktidar sözcüleri, gizli veya açık olarak yargılanan nice muhalefet mensuplarını ve gazetecileri, «kanunen suçlu» oldukları tesbit edilmediği hâlde, en ağır bir dille «suçlu» ilân etmişlerdir.
Madde 13: «Herkes herhangi bir devletin arazisi dahilinde serbestçe seyrüsefer ve ikâmet eylemek hakkını haizdir».
Oysa, bazı Türk muhalefet milletvekillerinin, kendi devletleri arazisi dahilinde bir yerden bir yere gitmelerine, iktidar partisi, bir çok defalar, zor kullanarak, kendi partizanlarına ve kendilerini kanun adamı değil «emir kulu» sayan bazı idarecilere Anayasayı, kanunları, nizam ve asayişi çiğneterek engel olmağa teşebbüs etmiştir.
Madde 17: «Hiç kimse keyfî olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez».
Fakat bazı büyük şehirlerimizdeki yıkım ve «imar» işlerine el attığından beri, binlerce vatandaş «keyfî olarak mal ve mülkünden mahrum» edilmiştir; birçoklarına, Anayasanın açık emrine rağmen, mülklerinin istimlâk bedeli peşin ödenmemiştir.
Madde 20: «Her şahıs muslihane toplanma... serbestisine maliktir».
Ama Türkiye’de bugün bu serbestiye malik olanlar sadece iktidar partisi mensuplarıdır.
Gene Madde 20: «Hiç kimse bir derneğe mensub olmağa zorlanamaz».
Oysa Türkiye’de, bir, bir buçuk yıldır, iktidar partisine, hattâ hiç bir hukukî hüviyeti bulunmayan «Vatan Cephesi»ne mensub olmağa zorlananlar, bunun için ekmeğiyle oynananlar, en ağır baskılara uğrayanlar sayısızdır.
Madde 21: «Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilcileri vasıtasiyle, memleketin kâmu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir».
Fakat millet çoğunluğunu temsil eden muhalefet milletvekillerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde «kâmu işleri yönetimine» denetleme yoluyla katılmasını önlemek için, hele son 2 yıldır, Anayasa dışı her türlü tedbire başvurulmaktadır.
*
Bu durumda görülüyor ki, D.P. Türkiye’de kanun hükmünde olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine riayet bakımından bir sınavdan geçecek olsa, alacağı not sıfırın üstünde olamaz!
Öyleyse ne yapılabilir?
Kanun hükmü taşıyan Beyannamenin Önsözünde, gerçi, «insan haklarının bir hukuk rejimi ile» korunmadığı hâllerde, «insanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur» kalabileceğinden bahsedilmektedir.
Fakat çok şükür Türkiye’de, böyle korkunç bir çareye başvurmak lüzumsuzdur, lüzumsuz olduğu için de kimsenin aklından geçmemektedir.
Lüzumsuzdur, çünkü, Türkiye, şimdilik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yazılı hak ve hürriyetlerin en az uygulandığı, en az korunduğu bir memleket olmakla beraber, aynı zamanda da, bütün halk çoğunluğunun bu hak ve hürriyetleri en çok benimsediği memleketlerden biri.
Çoğunluğun bu davranışı, bu hak ve hürriyetleri gerçekleştirme azmi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Türkiye'de ergeç bütün anlam ve kapsamı ile uygulanacağına dair en sağlam teminattır.
İnsan hakları ve Türkiye
Bülent ECEVİT
Bugün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 11 inci yıldönümü.. Bu Beyanname Türkiye’de kanun hükmündedir.
«Bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması» Bakanlar Kurulu kararının bir gereği olduğuna göre, 11 inci yıldönümü vesilesiyle, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi karşısında Türkiye’nin son durumunu gözden geçirmeyi vazife sayıyoruz.
Beyannamenin 1. maddesi,
«Bütün insanlar, hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar», der.
Fakat bugün Türkiye’de, iktidar ve muhalefet partileri mensupları arasında hak ve hürriyet eşitliği kalmamıştır.
Devlet Radyosundan istifadeye iktidar partisinin hakkı var, muhalefetin hakkı yoktur, ve muhalefet mensuplarının haysiyeti, onların da ödedikleri vergilerle işleyen Devlet Radyosunda açıkça çiğnenmektedir.
Hak ve hürriyet eşitliği Büyük Millet Meclisi içinde bile muhalefete tanınmaz olmuştur.
Oysa, Beyannamenin 2. maddesi, «Herkes» in, «Siyasi akide farkı gözetilmeksizin.. Beyannamede ilân edilen tekmil haklardan ve bütün hürriyetyetlerden istifade» edebileceğini bilhassa belirtir.
Madde 3, «Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır» der.
Fakat, hele son bir yıl içinde, bütün bu emniyetler, muhalefet mensupları için ortadan kaldırılmıştır. Bu memleketin kurtarıcılarından, bu devletin kurucularından biri olan İnönü’nün şahsında «yaşama emniyeti» ne müteaddit tecavüzler olmuştur. Bu tecavüzlerin sorumlu mevkîlerdeki bazı kimseler tarafından tertiplendiği, Büyük Millet Meclisine verilen bir soruşturma önergesi ile öne sürüldüğü hâlde, iktidar, bu önergenin Meclisde görüşülmesini önlemiştir. Bir Valinin, «İnönü’yü vur» emirini vererek İnönü’nün yaşama hürriyet ve emniyetini ortadan kaldırmak istediği, mahkemede dinlenen resmî hüviyeti haiz âmme şahitleri tarafından ifade olunduğu hâlde, şahitler sürülmüş, Vali ise yerinde tutulmak suretiyle taltif edilmiştir.
Madde 5: «Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayrıinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz».
Oysa, gene bu yıl, kanunî haklarını savunmaktan başka suçu olmayan bazı üniversite öğrencileri, iktidarı tutan birkaç öğrencinin ve bazı iktidar milletvekillerinin teşvikiyle, karakollarda «işkenceye, zalimane.. muamelelere tabi» tutulmuşlardır.
Madde 7’ye göre «kanun önünde herkes eşittir»...
Fakat muhalefete karşı fazlasiyle uygulanan birçok kanunlar, iktidara karşı uygulanmamaktadır.
Aynı maddeye göre, «herkesin bu Beyannameye aykırı her türlü ayırdedici muameleye karşı ve böyle bir ayırdedici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.»
Fakat Çanakkale’de, muhalefet milletvekilleri, kanun ve nizam dinlemeyen iktidar partisi mensuplarının tecavüzlerine karşı, ve onları Devlet Radyosu yayınlarıyla tecavüze kışkırtan sorumlulara karşı korunmalarını istedikleri vakit, ilin inzibat ve asayişinden sorumlu Vali, buna imkânı olmadığını bildirmiştir.
Madde 10: «Herkes... dâvasını tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından nesafetle ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir».
Oysa, Demokrat Parti iktidarı sırasında mahkemelerin bağımsızlığı geniş ölçüde ihlâl edilmiş, 1958, 1959 yıllarında, muhalefet mensuplarının ilgili bulundukları birçok dâvalara gizlilik kararları, yayın yasakları uygulanmıştır.
Madde 11: «Bir suç işlemekten sanık herkes... açık bir yargılanma ile kanunen suçlu olduğu tesbit edilmedikçe masum sayılır».
Fakat, Devlet Radyosunda ve Millet Meclisinde, İçişleri Bakanı, gazetelerde iktidar sözcüleri, gizli veya açık olarak yargılanan nice muhalefet mensuplarını ve gazetecileri, «kanunen suçlu» oldukları tesbit edilmediği hâlde, en ağır bir dille «suçlu» ilân etmişlerdir.
Madde 13: «Herkes herhangi bir devletin arazisi dahilinde serbestçe seyrüsefer ve ikâmet eylemek hakkını haizdir».
Oysa, bazı Türk muhalefet milletvekillerinin, kendi devletleri arazisi dahilinde bir yerden bir yere gitmelerine, iktidar partisi, bir çok defalar, zor kullanarak, kendi partizanlarına ve kendilerini kanun adamı değil «emir kulu» sayan bazı idarecilere Anayasayı, kanunları, nizam ve asayişi çiğneterek engel olmağa teşebbüs etmiştir.
Madde 17: «Hiç kimse keyfî olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez».
Fakat bazı büyük şehirlerimizdeki yıkım ve «imar» işlerine el attığından beri, binlerce vatandaş «keyfî olarak mal ve mülkünden mahrum» edilmiştir; birçoklarına, Anayasanın açık emrine rağmen, mülklerinin istimlâk bedeli peşin ödenmemiştir.
Madde 20: «Her şahıs muslihane toplanma... serbestisine maliktir».
Ama Türkiye’de bugün bu serbestiye malik olanlar sadece iktidar partisi mensuplarıdır.
Gene Madde 20: «Hiç kimse bir derneğe mensub olmağa zorlanamaz».
Oysa Türkiye’de, bir, bir buçuk yıldır, iktidar partisine, hattâ hiç bir hukukî hüviyeti bulunmayan «Vatan Cephesi»ne mensub olmağa zorlananlar, bunun için ekmeğiyle oynananlar, en ağır baskılara uğrayanlar sayısızdır.
Madde 21: «Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilcileri vasıtasiyle, memleketin kâmu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir».
Fakat millet çoğunluğunu temsil eden muhalefet milletvekillerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde «kâmu işleri yönetimine» denetleme yoluyla katılmasını önlemek için, hele son 2 yıldır, Anayasa dışı her türlü tedbire başvurulmaktadır.
*
Bu durumda görülüyor ki, D.P. Türkiye’de kanun hükmünde olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine riayet bakımından bir sınavdan geçecek olsa, alacağı not sıfırın üstünde olamaz!
Öyleyse ne yapılabilir?
Kanun hükmü taşıyan Beyannamenin Önsözünde, gerçi, «insan haklarının bir hukuk rejimi ile» korunmadığı hâllerde, «insanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur» kalabileceğinden bahsedilmektedir.
Fakat çok şükür Türkiye’de, böyle korkunç bir çareye başvurmak lüzumsuzdur, lüzumsuz olduğu için de kimsenin aklından geçmemektedir.
Lüzumsuzdur, çünkü, Türkiye, şimdilik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yazılı hak ve hürriyetlerin en az uygulandığı, en az korunduğu bir memleket olmakla beraber, aynı zamanda da, bütün halk çoğunluğunun bu hak ve hürriyetleri en çok benimsediği memleketlerden biri.
Çoğunluğun bu davranışı, bu hak ve hürriyetleri gerçekleştirme azmi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Türkiye'de ergeç bütün anlam ve kapsamı ile uygulanacağına dair en sağlam teminattır.
Koleksiyon
Alıntı
“İnsan Hakları ve Türkiye,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1116 ulaşıldı.