Işık Arayanlar
Başlık:
Işık Arayanlar
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 12945, ss. 1, 5
Tarih:
1959-08-18
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
IŞIK ARAYANLAR
Bülent ECEVİT
Pazar günü, Üsküdar’daki bir C.H.P. Kongresine mesajında İnönü, toplum adına ıstırap duyabilmekten bir seviye meselesi olarak bahsediyordu:
«Vatandaşın demokratik rejime sahip çıktığından, en ufak seçim yolsuzluklarını farkedip ıstırap duyacak seviyeye eriştiğinden şüphe edilemez», diyordu.
Bu mesaj Üsküdar Kongresine okunduğu sırada, Ankara Cezaevinin bahçesinde bir genç kadın, İnönü’nün millet olarak eriştiğimize inandığı — ve hiç şüphesiz büyük millet çoğunluğunun erişmiş bulunduğu — seviyeden, sanki İnönü’nün sözünü yankılayıp doğruluyordu :
«Karanlığa gözlerimizi alıştırmağa değil, ışığı bulmağa çaılşmalıyız.» Genç kadın, Beyhan Cenkçi’nin eşi idi. Bu sözü, cezaevinde, içi 2 kat camia ve tel öggüyle ayrılmış bir görüşme hücresinin zından karanlığında, 24 yaşında 22 aya mahkûm, 2 aylık evli gazeteci eşinin yüzünü hayal meyal gördükten sonra söylüyordu.
İnönü, Üsküdar Kongresine mesajında devam ediyordu :
«Medeniyet âlemi içinde Türkler demokratik cephede kesin olarak karar kılmış bir büyük millet itibarındadırlar. Bu itibarın temeli, her bahsin ilerisinde, insan haklarının kadrini ve kıymetini anlamış bir cemiyet olmak mahiyetine dayanır.»
O sırada genç Ayşe Cenkçi, Ankara Cezaevinin bahçesinde, insan haklarının kadrini ve kıymetini anlamış bütün şerefli Türkleri dile getirerek, İnönü’nün dinlemeden duyduğu bu sözlerini de yankılıyordu:
«İnsan haklarını tanımayan kuvvetin elindeki memleketler Batılılaşmaktan çok uzaktır. Fikir işçilerini sudan sebeplerle eşinden, yuvasından, çevresinden çekerek zındana atan zihniyet hür dünyada istifhamların doğmasına sebep olur.»
İktidar başlarının umudu, yurttaşı karanlığa alıştırabilmektedir; karanlıkta, yani insan hak ve hürriyetlerinden yoksun olarak yaşamağa ıstırapsız katlanabilir hâle getirebilmektedir.
Ama işte bir Ayşe Cenkçi, kendi hayatının gençlik çağını, bile bile, toplumun içinde bulunduğu karanlığa katıyor. 2 yıl, belki daha uzun bir süre zındanda kalacağını bildiği genç gazeteciye varıyor ve,
«Gözümüzü karanlığa alıştırmağa değil, ışığı bulmağa çalışmalıyız», diyordu.
Bunu derken de, karanlığa alışmayı reddedecek yani haksızlık ve hürriyetsizlikten ıstırap duyacak seviyeye erişmiş milyonları dile getiriyordu.
Ayşe Cenkçi gibi düşünen ve davrananların Türk toplumunda günden güne büyüyen bir çoğunluk olması, ergeç aydınlığa kavuşacağımızın teminatıdır.
Fakat Ayşe Cenkçi’nin sözlerini gazetelerde okuyanlar arasında, hâlâ, gözlerini karanlığa alıştırmayı, karanlıktan, haksızlık ve hürriyetsizliğin karanlığından, ıstırap çekmeyecek bir seviyede kalmayı, ışık aramanın zahmetine tercih edenler de bulunabilir.
Onlar, toplumun ıstırabını genç yaşta eşinden ayrı düşmeğe razı olacak ölçüde kendi hayatına mal etmeyi şeref bilmiş bir kadın ağzından bu sözleri okuyunca acaba utanmışlar mıdır?
Utanabildilerse ne mutluluk!
Çünkü bu utanç, onların da haksızlık ve hürriyetsizlikten toplum adına, toplumla beraber ıstırap duyabilecek seviyeye, yani onurlu insanlar seviyesine, erişebilmeleri yolunda birinci adımdır.
Utansınlar ki karanlıktan rahatsız olabilsinler!
Karanlıktan rahatsız olsunlar, haksızlıktan, hürriyetsizlikten ıstırap duysunlar ki onlar da ışık arayanlar safına katılabilsinler! Işık arayanlar safında olmanın, hiç bir maddî rahatlığa, hiç bir mevki itibarına değişilmez şerefini paylaşabilsin, aydınlık günlerin daha da yaklaşmasına hizmet edebilsinler!
IŞIK ARAYANLAR
Bülent ECEVİT
Pazar günü, Üsküdar’daki bir C.H.P. Kongresine mesajında İnönü, toplum adına ıstırap duyabilmekten bir seviye meselesi olarak bahsediyordu:
«Vatandaşın demokratik rejime sahip çıktığından, en ufak seçim yolsuzluklarını farkedip ıstırap duyacak seviyeye eriştiğinden şüphe edilemez», diyordu.
Bu mesaj Üsküdar Kongresine okunduğu sırada, Ankara Cezaevinin bahçesinde bir genç kadın, İnönü’nün millet olarak eriştiğimize inandığı — ve hiç şüphesiz büyük millet çoğunluğunun erişmiş bulunduğu — seviyeden, sanki İnönü’nün sözünü yankılayıp doğruluyordu :
«Karanlığa gözlerimizi alıştırmağa değil, ışığı bulmağa çaılşmalıyız.» Genç kadın, Beyhan Cenkçi’nin eşi idi. Bu sözü, cezaevinde, içi 2 kat camia ve tel öggüyle ayrılmış bir görüşme hücresinin zından karanlığında, 24 yaşında 22 aya mahkûm, 2 aylık evli gazeteci eşinin yüzünü hayal meyal gördükten sonra söylüyordu.
İnönü, Üsküdar Kongresine mesajında devam ediyordu :
«Medeniyet âlemi içinde Türkler demokratik cephede kesin olarak karar kılmış bir büyük millet itibarındadırlar. Bu itibarın temeli, her bahsin ilerisinde, insan haklarının kadrini ve kıymetini anlamış bir cemiyet olmak mahiyetine dayanır.»
O sırada genç Ayşe Cenkçi, Ankara Cezaevinin bahçesinde, insan haklarının kadrini ve kıymetini anlamış bütün şerefli Türkleri dile getirerek, İnönü’nün dinlemeden duyduğu bu sözlerini de yankılıyordu:
«İnsan haklarını tanımayan kuvvetin elindeki memleketler Batılılaşmaktan çok uzaktır. Fikir işçilerini sudan sebeplerle eşinden, yuvasından, çevresinden çekerek zındana atan zihniyet hür dünyada istifhamların doğmasına sebep olur.»
İktidar başlarının umudu, yurttaşı karanlığa alıştırabilmektedir; karanlıkta, yani insan hak ve hürriyetlerinden yoksun olarak yaşamağa ıstırapsız katlanabilir hâle getirebilmektedir.
Ama işte bir Ayşe Cenkçi, kendi hayatının gençlik çağını, bile bile, toplumun içinde bulunduğu karanlığa katıyor. 2 yıl, belki daha uzun bir süre zındanda kalacağını bildiği genç gazeteciye varıyor ve,
«Gözümüzü karanlığa alıştırmağa değil, ışığı bulmağa çalışmalıyız», diyordu.
Bunu derken de, karanlığa alışmayı reddedecek yani haksızlık ve hürriyetsizlikten ıstırap duyacak seviyeye erişmiş milyonları dile getiriyordu.
Ayşe Cenkçi gibi düşünen ve davrananların Türk toplumunda günden güne büyüyen bir çoğunluk olması, ergeç aydınlığa kavuşacağımızın teminatıdır.
Fakat Ayşe Cenkçi’nin sözlerini gazetelerde okuyanlar arasında, hâlâ, gözlerini karanlığa alıştırmayı, karanlıktan, haksızlık ve hürriyetsizliğin karanlığından, ıstırap çekmeyecek bir seviyede kalmayı, ışık aramanın zahmetine tercih edenler de bulunabilir.
Onlar, toplumun ıstırabını genç yaşta eşinden ayrı düşmeğe razı olacak ölçüde kendi hayatına mal etmeyi şeref bilmiş bir kadın ağzından bu sözleri okuyunca acaba utanmışlar mıdır?
Utanabildilerse ne mutluluk!
Çünkü bu utanç, onların da haksızlık ve hürriyetsizlikten toplum adına, toplumla beraber ıstırap duyabilecek seviyeye, yani onurlu insanlar seviyesine, erişebilmeleri yolunda birinci adımdır.
Utansınlar ki karanlıktan rahatsız olabilsinler!
Karanlıktan rahatsız olsunlar, haksızlıktan, hürriyetsizlikten ıstırap duysunlar ki onlar da ışık arayanlar safına katılabilsinler! Işık arayanlar safında olmanın, hiç bir maddî rahatlığa, hiç bir mevki itibarına değişilmez şerefini paylaşabilsin, aydınlık günlerin daha da yaklaşmasına hizmet edebilsinler!
Koleksiyon
Alıntı
“Işık Arayanlar,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 25 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1050 ulaşıldı.