Doğu-Batı Rekabetinde Demokrasinin Rolü
Başlık:
Doğu-Batı Rekabetinde Demokrasinin Rolü
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 12933, ss. 1, 5
Tarih:
1959-08-06
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Doğu-Batı rekabetinde demokrasinin rolü
Bülent ECEVİT
İKİ tarafın askerî güçleri ve karşıdakini tahrip imkânları arasında, harbi her iki taraf için de göze alınamaz hâle getirecek ölçüde bir denge kurulduktan sonra, Doğu - Batı çekişmesi, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, iktisadî alana taşmağa başlamıştır.
İktisadî alandaki çekişme ve rekabet de, bir doktrin mücadelesi olarak eski önemini kaybetmektedir. Marxistlerin «kapitalist düzen çökmeğe mahkûmdur» kehaneti gibi, komünizmin iktisadî alanda başarısızlığa mahkûm olduğuna dair kapitalist inancı da yanlış çıkmıştır. Kapitalist düzen, insan düşüncesinde ve insanın sosyal görüşünde yer alan gelişmelere ayak uydurarak, hayatiyetini kolaylıkla idame edebilecek kadar değişmeğe muvaffak olmuş; komünizm de, bir yandan Batı ile sıklaşan temasların etkisi, öbür yandan insan tabiatının baskısı altında, ferdin rahatlığına ve ihtiyaçlarına, hattâ teşebbüs kaabiliyetine gitgide daha çok değer verme yoluna girmek zorunda kalmıştır.
Fakat kurulan bu dengelere rağmen, Sovyetler, dünyadaki nüfuz alanlarını genişletmeğe çalışmaktadırlar ve çalışacaklardır. Eisenhower’le Kruşçef arasında yapılacak görüşmeler, bir uzlaşma sağlamak bakımından ne kadar tatmin edici sonuçlar verirse versin, Sovyetler, belki şimdiye kadar takip ettiklerinden daha barışçı yollar seçerek, nüfuz alanlarını genişletme gayretlerine devam edeceklerdir.
Bu gayretlere karşı, Batının, bilhassa Batı blokunda lider mevkii tutan Birleşik Amerika’nın, elinde kalan tek müessir silâh, demokrasinin câzibesi olacaktır. Ancak bu silâhı, bu en meşru ve en ahlâkî silâhı, iyi ve dürüstçe kullanmak suretiyledir ki, Birleşik Amerika ve müttefikleri, henüz hiç bir bloka angaje olmamış milletlerin Sovyet blokuna doğru kaymasını önlemeğe, hattâ Sovyet blokuna bağlanmış bazı milletlerin o nüfuz alanından gitgide uzaklaşmasını sağlamağa muvaffak olabilirler.
Çünkü kendi kendilerine saygı besleyen insanlar, bir demokratik hürriyet düzeni içinde yaşamayı, maddî refah içinde de olsa, baskı altında yasamağa daima tercih edeceklerdir.
Bu silâhı iyi ve dürüstçe kullanmanın başta gelen şartı ise, Batılıların, kendi içlerinde ve çevrelerinde, demokrasiden uzaklaşma eğilimlerini önlemeleri; iktisaden geri kalmış bazı memleketler idarecilerinin, «iktisadî kalkınma demokratik düzen içinde yürütülemez» yollu mazeretlerine itibar göstermemeleri (Hindistan misâli, bu mazeretin sahteliğine canlı bir delildir); birtakım kısa vâdeli menfaat hesapları ile — meselâ stratejik zaruret gerekçeleri ile — Sovyetler Birliğindeki kadar demokrasiden uzak bazı rejimlerin başında bulunan şahıs veya zümreleri desteklemekten, hele kayıtsız şartsız itaate mükâfat olarak, o şahıs veya zümreleri, halkın bedbahtlığı ve husumeti pahasına zorla iş başında tutucu yollara sapmaktan kaçınmalarıdır.
Yoksa, ancak yabancı desteğine dayanarak iktidarda kalabilen bazı despotların dostluğunu kazansalar bile, o despotlar idaresindeki halkları kendilerinden uzaklaştırmış, ve yer yer, kökleri halka inmeyen temelsiz ittifaklara dayanarak, kendi kendilerini aldatmış olurlar.
Sovyet baskısı altında bunalan ya da iki tarafın tazyik veya câzibesi arasında kalan memleketler halkı, Batılılar safında bulunmayı, demokrasinin, hür ve insanca yaşamanın gerçek teminatı olarak görebilmelidirler.
Örneğin, bir Kuzey Koreli, Güney Kore’deki kardeşinin, o teminat altında, kendisinden daha hür ve insanca yaşadığını görüp ona imrenebilmelidir; bir Güney Koreli de, kendisini, Kuzey Kore’de kalmış kardeşinden daha hür ve mutlu sayabilmek için ortada gerçek sebepler bulunduğuna inandırabilmelidir.
Aksi hâlde, yani demokratik hayatın câzibesini müessir bir silâh olarak kullanabilme imkânını bazı küçük hesaplara, kısa vâdeli bazı menfaat ve güvenlik kaygılarına feda ettikleri takdirde, Batılılar, iki tarafın askerî ve iktisadî güçleri arasında kurulan dengeden, ve bu dengenin mümkün kılabileceği bir uzlaşmadan sonra, Sovyetlere karşı, Sovyetlerin nüfuz alanlarını genişletme gayretlerine karşı, hiç bir avantaja sahip bulunmayacaklardır.
-----------
DÜZELTME: Dün "Günün Işığında" çıkan yazının 2. paragraf 9. satırı; "... sağlıyamadığı halde Eisenhower..." olacaktır.
Doğu-Batı rekabetinde demokrasinin rolü
Bülent ECEVİT
İKİ tarafın askerî güçleri ve karşıdakini tahrip imkânları arasında, harbi her iki taraf için de göze alınamaz hâle getirecek ölçüde bir denge kurulduktan sonra, Doğu - Batı çekişmesi, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, iktisadî alana taşmağa başlamıştır.
İktisadî alandaki çekişme ve rekabet de, bir doktrin mücadelesi olarak eski önemini kaybetmektedir. Marxistlerin «kapitalist düzen çökmeğe mahkûmdur» kehaneti gibi, komünizmin iktisadî alanda başarısızlığa mahkûm olduğuna dair kapitalist inancı da yanlış çıkmıştır. Kapitalist düzen, insan düşüncesinde ve insanın sosyal görüşünde yer alan gelişmelere ayak uydurarak, hayatiyetini kolaylıkla idame edebilecek kadar değişmeğe muvaffak olmuş; komünizm de, bir yandan Batı ile sıklaşan temasların etkisi, öbür yandan insan tabiatının baskısı altında, ferdin rahatlığına ve ihtiyaçlarına, hattâ teşebbüs kaabiliyetine gitgide daha çok değer verme yoluna girmek zorunda kalmıştır.
Fakat kurulan bu dengelere rağmen, Sovyetler, dünyadaki nüfuz alanlarını genişletmeğe çalışmaktadırlar ve çalışacaklardır. Eisenhower’le Kruşçef arasında yapılacak görüşmeler, bir uzlaşma sağlamak bakımından ne kadar tatmin edici sonuçlar verirse versin, Sovyetler, belki şimdiye kadar takip ettiklerinden daha barışçı yollar seçerek, nüfuz alanlarını genişletme gayretlerine devam edeceklerdir.
Bu gayretlere karşı, Batının, bilhassa Batı blokunda lider mevkii tutan Birleşik Amerika’nın, elinde kalan tek müessir silâh, demokrasinin câzibesi olacaktır. Ancak bu silâhı, bu en meşru ve en ahlâkî silâhı, iyi ve dürüstçe kullanmak suretiyledir ki, Birleşik Amerika ve müttefikleri, henüz hiç bir bloka angaje olmamış milletlerin Sovyet blokuna doğru kaymasını önlemeğe, hattâ Sovyet blokuna bağlanmış bazı milletlerin o nüfuz alanından gitgide uzaklaşmasını sağlamağa muvaffak olabilirler.
Çünkü kendi kendilerine saygı besleyen insanlar, bir demokratik hürriyet düzeni içinde yaşamayı, maddî refah içinde de olsa, baskı altında yasamağa daima tercih edeceklerdir.
Bu silâhı iyi ve dürüstçe kullanmanın başta gelen şartı ise, Batılıların, kendi içlerinde ve çevrelerinde, demokrasiden uzaklaşma eğilimlerini önlemeleri; iktisaden geri kalmış bazı memleketler idarecilerinin, «iktisadî kalkınma demokratik düzen içinde yürütülemez» yollu mazeretlerine itibar göstermemeleri (Hindistan misâli, bu mazeretin sahteliğine canlı bir delildir); birtakım kısa vâdeli menfaat hesapları ile — meselâ stratejik zaruret gerekçeleri ile — Sovyetler Birliğindeki kadar demokrasiden uzak bazı rejimlerin başında bulunan şahıs veya zümreleri desteklemekten, hele kayıtsız şartsız itaate mükâfat olarak, o şahıs veya zümreleri, halkın bedbahtlığı ve husumeti pahasına zorla iş başında tutucu yollara sapmaktan kaçınmalarıdır.
Yoksa, ancak yabancı desteğine dayanarak iktidarda kalabilen bazı despotların dostluğunu kazansalar bile, o despotlar idaresindeki halkları kendilerinden uzaklaştırmış, ve yer yer, kökleri halka inmeyen temelsiz ittifaklara dayanarak, kendi kendilerini aldatmış olurlar.
Sovyet baskısı altında bunalan ya da iki tarafın tazyik veya câzibesi arasında kalan memleketler halkı, Batılılar safında bulunmayı, demokrasinin, hür ve insanca yaşamanın gerçek teminatı olarak görebilmelidirler.
Örneğin, bir Kuzey Koreli, Güney Kore’deki kardeşinin, o teminat altında, kendisinden daha hür ve insanca yaşadığını görüp ona imrenebilmelidir; bir Güney Koreli de, kendisini, Kuzey Kore’de kalmış kardeşinden daha hür ve mutlu sayabilmek için ortada gerçek sebepler bulunduğuna inandırabilmelidir.
Aksi hâlde, yani demokratik hayatın câzibesini müessir bir silâh olarak kullanabilme imkânını bazı küçük hesaplara, kısa vâdeli bazı menfaat ve güvenlik kaygılarına feda ettikleri takdirde, Batılılar, iki tarafın askerî ve iktisadî güçleri arasında kurulan dengeden, ve bu dengenin mümkün kılabileceği bir uzlaşmadan sonra, Sovyetlere karşı, Sovyetlerin nüfuz alanlarını genişletme gayretlerine karşı, hiç bir avantaja sahip bulunmayacaklardır.
-----------
DÜZELTME: Dün "Günün Işığında" çıkan yazının 2. paragraf 9. satırı; "... sağlıyamadığı halde Eisenhower..." olacaktır.
Koleksiyon
Alıntı
“Doğu-Batı Rekabetinde Demokrasinin Rolü,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1040 ulaşıldı.