"İdrolik Despotizm"
Title:
"İdrolik Despotizm"
Source:
Ulus, "Günün Işığında" No 12923, ss. 1, 5
Date:
1959-07-27
Location:
Atatürk Kitaplığı
Text:
GÜNÜN IŞIĞINDA
“İdrolik despotizm,,
Bülent ECEVİT
«ŞİMDİ biz, nehirleri kıs kıvrak bağlayıp, yahut bataklıkları kurutup, vatandaşın canı kadar malını da aynı derecede koruyunca, sıkılıp mahcubiyet duymadan, bizleri, can ve mal emniyeti ne hürmetsizlikle itham ediyorlar». (1)
İşte size, taş devri seviyesinde kalmış bir can ve mal emniyeti anlayışı! Tabiata karşı korunmanın ötesinde, yani mağara insanının günlük kaygılarından en iptidaîsi üstünde, bir toplum meselesi, bir insan hakları ve güvenliği dâvası olabileceğini tahayyül bile edebilmekten acz içinde bulunuşun, «sıkılıp mahcubiyet duymadan» haykırılışı!
İşte, can ve mal güvenliği konusunda Cumhuriyet Halk Partisinin ortaya attığı hukuk ve rejim meselesine karşı, Demokrat Parti sözcüsü gazetenin düşünüp düşünüpte nihayet bulabildiği «susturucu» cevap:
Biz anayasa teminatı yokluğundan, mahkemeler üzerinde siyasal baskıdan, gazete sansüründen, hükümeti Mecliste denetleme imkânsızlığından, seçim hilelerinden, şehirler ortasında dağ başları yaratılıp yol kesilmesinden, yakıp yıkmalardan, «imar yolsuzluklarından, ve bütün bunların yarattığı haksızlık ve hürriyetsizliklerle can ve mal güvenliğinden yakınırız, onlarsa bize.
— Nehirleri kıskıvrak bağlıyoruz, bataklıkları kurutuyoruz, daha ne istiyorsunuz? derler.
Aradaki seviye farkına, aradaki dünya görüşü, insanlık anlayışı, hukuk kavrayısı, hattâ düşünce ve dil, hattâ çağ farkına bundan belirli örnek olabilir mi?
Fakat, ifadedeki kabalığa veya —belki— istihzaya aldanıp ta, üzerinde durulmağa bile değmez bir gülünç ve iptidaî düşünce tarzı karşısında bulunduğumuzu sanmak, hata olur. Bu düşünce tarzı, aslında, uyunan toplumların hak ve hürriyet isteğine karşı, hukuk anlamında can ve mal güvenliği isteğine karşı, maddî kalkınma ve refah edebiyatıyla direnişin ta kendisidir. Yenilik sadece, üslûbun kabalık veya müstehzîliğindedir.
Sovyetler Birliğinde de nehirler, hem sayısız nehirler «kıskıvrak» bağlanmış, barajlar kurulmuş, bataklıklar kurutulmuş, Demokrat Parti sözcüsü gazetenin düşünebildiği ve belirttiği anlamda bir «can ve mal emniyeti» en geniş ölçüde sağlanmıştır. Ama üyesi olduğumuz hür dünya, gene de ,Sovyet idaresini, can ve mal güvelliğine saygı göstermemekle itham eder.
Zafer başyazarı, acaba, Sovyet idaresi hakkında hür dünyanın da mı «sıkılıp mahcubiyet duymadan», haksız yere böyle bir ithamda bulunduğuna inanır?
Zira, «Zafer» mantığına göre, Sibirya’da, boğaz tokluğuna, hak ve hürriyetlerinden yoksun, «nehirleri kıskıvrak bağlama», bataklıkları kurutma» işlerinde çalıştırılan insanların da «can ve mal emniyetsizliği» nden şikâyete hakları olmamalıdır!
Sovyet sistemini ve Doğudaki bütün mutlakiyet idarelerinin tarihini derinden derine incelemiş bir düşünür Karl A. Wittfogel, «Doğu Despotizmi» adlı bir kitap yayınladı (2). Bu kitapta, tarih boyunca Doğudaki mutlakiyet ve baskı rejimleri ile suların kontrolü ve sulama işleri arasında, yani «nehirlerin kıskıvrak bağlanıp bataklıkların kurutulması» işleri arasında, sıkı bir bağlantı görülür, ve «Doğu despotizmi» ne genel olarak su işleriyle, barajcılık, bentçilikle, bu yakın ilgisinden ötürü, — su kuvvetinin kontrolüne dayanan mutlakiyet anlamına — «idrolik despotizm» adı verilir. Aynı kitapta türlü misallerle belirtildiği gibi, «idrolik despotizm» yoluna sapan yani su kuvvetinin kontrolünü bir mutlakiyet idaresi kurmak için bahane ve vasıta olarak kulla şaşmaz bir müşterek vasfı nan Doğulu despotların hiç da «imarcı» oluşları, ve «imar» dan yalnız göz boyayıcı, lüks, büyük masraflı inşaatı anlamalarıdır.
Fakat kitabın yazarı, «insan bütçesi» nin yalnız maddiyattan mürekkep olmadığını, «insan bütçesi»nde maddî değerlerle mânevi değerler arasında bir denge kurulmadıkça, insanın tatmin olunamıyacağını söyler.
Hele, bügünün Türkiyesindeki gibi, bir sözde «kalkınma» hareketinin, vasat yurttaş hayatına hiçbir maddi ferahlık da getirmediği, tersine, onu her gün artan bir geçim zorluğu içine sürüklediği bir durumda mânevi değerlerden, hak ve hürriyetlerden, kendi kendine saygılı insanların gözettiği anlamda can ve mal güvenliğinden yoksun bırakılışın acısı, «nehirlerin kıskıvrak bağlanışı», «bataklıkların kurutuluşu» edebiyatı ile hiç avutulamaz.
Wittfogel, içinde pek değerli ibret dersleri bulunan kitabını, klâsik Heredotus tarihinde nakledilen bir olayla bitirir. Heredotus’un anlattığına göre, insan hak ve hürriyetlerine sahip olarak yaşamayı her şeyden üstün tutan iki şerefli adam bir despot kralın hizmetinde refah içinde yaşamaları teklifine karşı, kralın sözcüsü Hidarnes’e şu cevabı verirler:
«Hidarnes, senin bize öğüdün tek yönlü. Sen meselenin yalnız bir yüzünü bilirsin; öbür yüzünü düşünemezsin bile. Sen ancak bir köle hayatından anlarsın; hürriyetin tadına hiç varmadığın için, hürriyet tatlı mıdır, değil midir, bilemezsin. Ah, eğer sen de hürriyetin ne olduğunu bileydin, bize ancak, hürriyetimiz uğruna savaşmayı, hem yalnız mızraklarımızla değil, baltalarımızla da savaşmayı öğütleyebilirdin.»
Sen de, ah, «Zafer» başyazarı, belli ki «can ve mal emniyeti meselesinin yalnız bir yüzünü bilirsin; öbür yüzünü düşünemezsin bile. Hürriyetin tadına varamadığın için, hürriyet tatlı mıdır, değil midir, bilemezsin. Eğer sen de hürriyetin ne olduğunu bileydin, bize ancak, hürrriyetimiz uğruna, ve hürriyeti tatmış insanların gözettikleri anlamda can ve mal güvenliğimiz uğruna, savaşmayı, gerekirse dişimizle, tırnağımızla savaşmayı, öğütleyebilirdin!
-------------
Notlar:
(1) 23 Temmuz 1959 tarihli «Zafer» de «Gene Tebliğ buyurdular ki» başlıklı başyazı.
(2) «Oriental Despotism: A Comparative Study of Total Power» - Karl A. Wittfogel - Yale University Press, New Haven, 1957.
“İdrolik despotizm,,
Bülent ECEVİT
«ŞİMDİ biz, nehirleri kıs kıvrak bağlayıp, yahut bataklıkları kurutup, vatandaşın canı kadar malını da aynı derecede koruyunca, sıkılıp mahcubiyet duymadan, bizleri, can ve mal emniyeti ne hürmetsizlikle itham ediyorlar». (1)
İşte size, taş devri seviyesinde kalmış bir can ve mal emniyeti anlayışı! Tabiata karşı korunmanın ötesinde, yani mağara insanının günlük kaygılarından en iptidaîsi üstünde, bir toplum meselesi, bir insan hakları ve güvenliği dâvası olabileceğini tahayyül bile edebilmekten acz içinde bulunuşun, «sıkılıp mahcubiyet duymadan» haykırılışı!
İşte, can ve mal güvenliği konusunda Cumhuriyet Halk Partisinin ortaya attığı hukuk ve rejim meselesine karşı, Demokrat Parti sözcüsü gazetenin düşünüp düşünüpte nihayet bulabildiği «susturucu» cevap:
Biz anayasa teminatı yokluğundan, mahkemeler üzerinde siyasal baskıdan, gazete sansüründen, hükümeti Mecliste denetleme imkânsızlığından, seçim hilelerinden, şehirler ortasında dağ başları yaratılıp yol kesilmesinden, yakıp yıkmalardan, «imar yolsuzluklarından, ve bütün bunların yarattığı haksızlık ve hürriyetsizliklerle can ve mal güvenliğinden yakınırız, onlarsa bize.
— Nehirleri kıskıvrak bağlıyoruz, bataklıkları kurutuyoruz, daha ne istiyorsunuz? derler.
Aradaki seviye farkına, aradaki dünya görüşü, insanlık anlayışı, hukuk kavrayısı, hattâ düşünce ve dil, hattâ çağ farkına bundan belirli örnek olabilir mi?
Fakat, ifadedeki kabalığa veya —belki— istihzaya aldanıp ta, üzerinde durulmağa bile değmez bir gülünç ve iptidaî düşünce tarzı karşısında bulunduğumuzu sanmak, hata olur. Bu düşünce tarzı, aslında, uyunan toplumların hak ve hürriyet isteğine karşı, hukuk anlamında can ve mal güvenliği isteğine karşı, maddî kalkınma ve refah edebiyatıyla direnişin ta kendisidir. Yenilik sadece, üslûbun kabalık veya müstehzîliğindedir.
Sovyetler Birliğinde de nehirler, hem sayısız nehirler «kıskıvrak» bağlanmış, barajlar kurulmuş, bataklıklar kurutulmuş, Demokrat Parti sözcüsü gazetenin düşünebildiği ve belirttiği anlamda bir «can ve mal emniyeti» en geniş ölçüde sağlanmıştır. Ama üyesi olduğumuz hür dünya, gene de ,Sovyet idaresini, can ve mal güvelliğine saygı göstermemekle itham eder.
Zafer başyazarı, acaba, Sovyet idaresi hakkında hür dünyanın da mı «sıkılıp mahcubiyet duymadan», haksız yere böyle bir ithamda bulunduğuna inanır?
Zira, «Zafer» mantığına göre, Sibirya’da, boğaz tokluğuna, hak ve hürriyetlerinden yoksun, «nehirleri kıskıvrak bağlama», bataklıkları kurutma» işlerinde çalıştırılan insanların da «can ve mal emniyetsizliği» nden şikâyete hakları olmamalıdır!
Sovyet sistemini ve Doğudaki bütün mutlakiyet idarelerinin tarihini derinden derine incelemiş bir düşünür Karl A. Wittfogel, «Doğu Despotizmi» adlı bir kitap yayınladı (2). Bu kitapta, tarih boyunca Doğudaki mutlakiyet ve baskı rejimleri ile suların kontrolü ve sulama işleri arasında, yani «nehirlerin kıskıvrak bağlanıp bataklıkların kurutulması» işleri arasında, sıkı bir bağlantı görülür, ve «Doğu despotizmi» ne genel olarak su işleriyle, barajcılık, bentçilikle, bu yakın ilgisinden ötürü, — su kuvvetinin kontrolüne dayanan mutlakiyet anlamına — «idrolik despotizm» adı verilir. Aynı kitapta türlü misallerle belirtildiği gibi, «idrolik despotizm» yoluna sapan yani su kuvvetinin kontrolünü bir mutlakiyet idaresi kurmak için bahane ve vasıta olarak kulla şaşmaz bir müşterek vasfı nan Doğulu despotların hiç da «imarcı» oluşları, ve «imar» dan yalnız göz boyayıcı, lüks, büyük masraflı inşaatı anlamalarıdır.
Fakat kitabın yazarı, «insan bütçesi» nin yalnız maddiyattan mürekkep olmadığını, «insan bütçesi»nde maddî değerlerle mânevi değerler arasında bir denge kurulmadıkça, insanın tatmin olunamıyacağını söyler.
Hele, bügünün Türkiyesindeki gibi, bir sözde «kalkınma» hareketinin, vasat yurttaş hayatına hiçbir maddi ferahlık da getirmediği, tersine, onu her gün artan bir geçim zorluğu içine sürüklediği bir durumda mânevi değerlerden, hak ve hürriyetlerden, kendi kendine saygılı insanların gözettiği anlamda can ve mal güvenliğinden yoksun bırakılışın acısı, «nehirlerin kıskıvrak bağlanışı», «bataklıkların kurutuluşu» edebiyatı ile hiç avutulamaz.
Wittfogel, içinde pek değerli ibret dersleri bulunan kitabını, klâsik Heredotus tarihinde nakledilen bir olayla bitirir. Heredotus’un anlattığına göre, insan hak ve hürriyetlerine sahip olarak yaşamayı her şeyden üstün tutan iki şerefli adam bir despot kralın hizmetinde refah içinde yaşamaları teklifine karşı, kralın sözcüsü Hidarnes’e şu cevabı verirler:
«Hidarnes, senin bize öğüdün tek yönlü. Sen meselenin yalnız bir yüzünü bilirsin; öbür yüzünü düşünemezsin bile. Sen ancak bir köle hayatından anlarsın; hürriyetin tadına hiç varmadığın için, hürriyet tatlı mıdır, değil midir, bilemezsin. Ah, eğer sen de hürriyetin ne olduğunu bileydin, bize ancak, hürriyetimiz uğruna savaşmayı, hem yalnız mızraklarımızla değil, baltalarımızla da savaşmayı öğütleyebilirdin.»
Sen de, ah, «Zafer» başyazarı, belli ki «can ve mal emniyeti meselesinin yalnız bir yüzünü bilirsin; öbür yüzünü düşünemezsin bile. Hürriyetin tadına varamadığın için, hürriyet tatlı mıdır, değil midir, bilemezsin. Eğer sen de hürriyetin ne olduğunu bileydin, bize ancak, hürrriyetimiz uğruna, ve hürriyeti tatmış insanların gözettikleri anlamda can ve mal güvenliğimiz uğruna, savaşmayı, gerekirse dişimizle, tırnağımızla savaşmayı, öğütleyebilirdin!
-------------
Notlar:
(1) 23 Temmuz 1959 tarihli «Zafer» de «Gene Tebliğ buyurdular ki» başlıklı başyazı.
(2) «Oriental Despotism: A Comparative Study of Total Power» - Karl A. Wittfogel - Yale University Press, New Haven, 1957.
Collection
Citation
“"İdrolik Despotizm",” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 22, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1032.