Fakat Ya Irak?.. Irak'taki Bu İftirak?..
Başlık:
Fakat Ya Irak?.. Irak'taki Bu İftirak?..
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-01-28
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
"FAKAT YA İRAK?.. İraktaki bu iftirak?..,,
Bülent ECEVİT
BÖYLE sözü biz söylemeyiz elbette!. Arap musikisiyle alaturka kırması şarkıların güftelerini andırır bu sözler — «Ulus» ta da iktibas edildiği için okurlarımız herhelde hatırlarlar — geçen ay iktidar sözcüsü «Havadis» gazetesinde çıkan bir içli fıkradan alınmıştır:
«Fakat ya İrak?.. İrak'taki bu iftirak?.. Ona gönül de verdik, hattâ kız da verdik de yine de rey vermedi!..»
Kaşla göz arasında, İngiliz Dışişleri Bakanıyla Amerikan Dışişleri Bakanının Ankara'ya gelişleri arasında, Türk Başbakanının, neredeyse ikinci defa uyruğumuz olacak Nuri Sait Paşa ile İrak Dışişleri Bakanı Başayan'ı da burada bırakarak Irak'a uçuvermesi, hatıra ister istemez bu içli fıkrayı getirdi.
Nedir gene «İrak'taki bu iftirak» ki, ne Nuri Sait Paşa ile, ne de Başayan ile vuslatımız ateşini söndüremez de, kendi yurdunun başkentine, kendi milletinin meclisine bile pek uğramaz olan Türk Başbakanını, «İrak Hariciye Veziri Başayan tarafından davetli mutazammın olarak getirilen bir mesaj üzerine», sanki böyle bir davete ne zamandır «dil muntazır» mış gibi, sanki bir işarete böyle davetlere koşmağa, start yerinde bekleyen koşucular kadar hazırmışız gibi, nice hatırı sayılır konukların elini bile sıkmadan, İrak başkentine uçurur?
Fakat bir yandan iktidar sözcüsü gazete, hem de daha geçen ay «Fakat ya İrak?.. İraktaki bu iftirak?» diye, dertli âşıklar gibi feryad ederken, aynı iktidarın Dışişleri Bakanı bu ay,
«İrak'la aramızdaki münasebetler ve bağlar o kadar sıkıdır ki, biz âdetâ bir memleket gibiyiz.»
der, ve Başbakanın bütün dünyayı şaşırtan son gezisini,
«Biliyorsunuz ki, İrak ile Türkiye arasında çok yakın ve samimî münasebetler vardır. İrak devlet adamları da pek çok defa Türkiye'ye gelmişlerdir. Bu bakımdan Başvekilimizin Bağdat seyahati tabiîdir»,
diye izah etmek ister.
Oysa böyle bir seyahat hiç de tabiî değildir. Bay Zorlu'nun Pazar günkü basın konferansında hazır bulunan yabancı gazeteciler şöyle dursun, Bay Adnan Menderes'in fevrî hareketlerini kanıksamış olan bizlerden bile, böyle bir seyahatin tabiî karşılanması beklenemez.
Nitekim, «âdetâ bir memleket gibi» olduğumuz iddia edilen İrak'ın siyaset adamları da Türk Başbakanının bu âni seyahatini tabiî karşılıyamamış olmalıdırlar ki, bizzat Bay Zorlu'nun da belirttiği gibi, İrak Başbakanı kendi Parlamentosuna (ne mutluymuş o Parlâmento!) bu seyahat hakkında izahat vermek zorunda kalmıştır.
İrak'la gerçekten «bir memleket gibi» olsak bile, iki memleket arasındaki bu yakınlık, İrak'ın devlet adamları önemli bir konferans için Türkiye'de bulunurlarken, Türk Başbakanının kalkıp İrak'a gitmesini tabiî gösteremez. Devletler arası münasebetler şöyle dursun, fertler arasındaki münasebetlerde bile, evine bir çok misafirler gelmiş bir ev sahibi, «siz hele buyrun, kendi aranızda konuşun da, bu arada ben içinizden birinin evine kadar gidip iadei ziyaret edeyim», diyemez.
Ortada bir gayrı tabiî durum vardır! Olmalıdır, ve olduğu da itiraf edilmelidir! Çünkü ortada gayri tabiî bir durum olmadığını söylersek, Türk Başbakanının şu sırada böyle bir seyahate çıkmasını, yurdumuzdaki misafirlere karşı, asgarî nezaket kurallarına uygun göstermekte çok zorluk çekeriz.
Görünüşe göre, İrak'ın «iftirak» ı, Bağdat Paktına ve Ortadoğu Arap memleketlerine karşı davranışı, bu gayri tabiîlikte başlıca etkendir.
İrak'tan başka bütün Arap devletleri bu Pakt'tan uzak durdukları gibi, İrak'ın «kardeş» halkı da, kendi idarecilerini, bu Pakt'tan ya ayrılmağa, ya da onu münhasıran İsrail aleyhtarı bir teşekkül haline getirmeğe zorlamaktadır. Dünyanın bildigi bu gerçeği Türk Dışişleri Bakanının — hem de dünya gazetecileri önünde — hiç bilmezmiş gibi konuşması, herhalde kendisine iyi bir not kazandırmaz.
Bağdat Paktını zamanla Balkan Paktı durumuna düşmekten kurtarmanın yolu' bu Pakt'tan beklenilen sonuçların elde edilmeyiş sebeplerine, bu Paktı asıl gayesinden gitgide uzaklaştıran etkenlere gözlerimizi yummak, kulaklarımızı tıkamak olmasa gerektir.
Oysa Türk Dışişleri Bakanı, Pazar günkü basın konferansında, gerçeklere gözlerini yummanın, kulaklarını tıkamanın başka örneklerini de vermiştir. O arada örneğin,
«Biz Ortadoğu'daki milletler birbirimizin kardeşiyiz ve birbirimizi sevmekteyiz. Fakat komünist sızmaları oluyor ve bu bizim aramızı açmağa çalışıyor. Biz bütün bu sızmalara karşı tesanüdümüzü muhafaza edeceğiz ve böyle teşebbüslerle şiddetle mücadele edeceğiz», demiştir.
Bir kere şu «tesanüdümüzü muhafaza edeceğiz» sözü üzerinde durmak gerekir. Bir şeyin «muhafaza» edilebilmesi, o şeyin ilkin var olmasına bağlıdır. Bugün «biz Ortadoğu milletleri» arasında tesanüdün var olduğunu söylemekse, aşırı bir iyimserlik veya tecahül örneği olmakla kalmaz, Türk devlet adamlarının Ortadoğudaki duruma dair son zamanlardaki bütün sözleriyle, hattâ bizzat Bay Zorlu'nun aynı basın konferansındaki başka sözleriyle de açık bir çelişme olur.
Henüz İrak'la Türkiye arasında bile içlere güven verecek bir tesanüt kurulabilmiş değildir. Türkiye ile başka Ortadoğu Arap memleketleri arasında ise tesanütten iz bile yoktur. Hattâ Bağdat Paktı dışında kalan bu Ortadoğu Arap memleketleri, bütün çabalarına rağmen, daha kendi aralarında tesanüt kuramamışlardır.
Bay Zorlu'nun «fakat komünist sızmaları oluyor ve bu bizim aramızı açmağa çalışıyor» sözleri üzerinde de durulmağa değer. Acaba komünist sızması olduğu için mi Ortadoğu milletlerinin arası açılmaktadır, yoksa zaten Ortadoğu milletlerinin arası açık olduğu için mi komünistler bu bölgeye kolayca sızmak imkânını bulabilmektedirler?
Eğer Bay Zorlu birinci şıkka, yani, komünist sızması olduğu için Ortadoğu milletlerinin arası açıldığına, samimiyetle inanıyorsa, o zaman ister istemez, Türk Dışişleri Bakanının Ortadoğu'daki tarihî, sosyal, ekonomik ve siyasal şartlardan habersiz olduğuna hükmetmek zorunda kalırız. Dış siyasetimizin, bu şartlardan böylesine habersiz yürütülmesi karşısında ise, her halde, Bağdat Paktını geliştirmek, Ortadoğu güvenliğine hizmet edebilmek için sarfettiğimiz gayretlerin realist bir görüşe dayandığını düşünemeyiz.
Bay Fatin Rüştü Zorlu'nun bu konuda muhaliflerden fikir almağa tenezzül etmiyeceğini elbette biliriz. Fakat İstanbuldaki iktidar sözcüsü gazetenin, üslûbu pek duygulu olmakla beraber realist görüşlü «Rey vermedi» fıkrası yazarına danışsa, ondan bile faydalı dersler alabileceğine inanırız.
"FAKAT YA İRAK?.. İraktaki bu iftirak?..,,
Bülent ECEVİT
BÖYLE sözü biz söylemeyiz elbette!. Arap musikisiyle alaturka kırması şarkıların güftelerini andırır bu sözler — «Ulus» ta da iktibas edildiği için okurlarımız herhelde hatırlarlar — geçen ay iktidar sözcüsü «Havadis» gazetesinde çıkan bir içli fıkradan alınmıştır:
«Fakat ya İrak?.. İrak'taki bu iftirak?.. Ona gönül de verdik, hattâ kız da verdik de yine de rey vermedi!..»
Kaşla göz arasında, İngiliz Dışişleri Bakanıyla Amerikan Dışişleri Bakanının Ankara'ya gelişleri arasında, Türk Başbakanının, neredeyse ikinci defa uyruğumuz olacak Nuri Sait Paşa ile İrak Dışişleri Bakanı Başayan'ı da burada bırakarak Irak'a uçuvermesi, hatıra ister istemez bu içli fıkrayı getirdi.
Nedir gene «İrak'taki bu iftirak» ki, ne Nuri Sait Paşa ile, ne de Başayan ile vuslatımız ateşini söndüremez de, kendi yurdunun başkentine, kendi milletinin meclisine bile pek uğramaz olan Türk Başbakanını, «İrak Hariciye Veziri Başayan tarafından davetli mutazammın olarak getirilen bir mesaj üzerine», sanki böyle bir davete ne zamandır «dil muntazır» mış gibi, sanki bir işarete böyle davetlere koşmağa, start yerinde bekleyen koşucular kadar hazırmışız gibi, nice hatırı sayılır konukların elini bile sıkmadan, İrak başkentine uçurur?
Fakat bir yandan iktidar sözcüsü gazete, hem de daha geçen ay «Fakat ya İrak?.. İraktaki bu iftirak?» diye, dertli âşıklar gibi feryad ederken, aynı iktidarın Dışişleri Bakanı bu ay,
«İrak'la aramızdaki münasebetler ve bağlar o kadar sıkıdır ki, biz âdetâ bir memleket gibiyiz.»
der, ve Başbakanın bütün dünyayı şaşırtan son gezisini,
«Biliyorsunuz ki, İrak ile Türkiye arasında çok yakın ve samimî münasebetler vardır. İrak devlet adamları da pek çok defa Türkiye'ye gelmişlerdir. Bu bakımdan Başvekilimizin Bağdat seyahati tabiîdir»,
diye izah etmek ister.
Oysa böyle bir seyahat hiç de tabiî değildir. Bay Zorlu'nun Pazar günkü basın konferansında hazır bulunan yabancı gazeteciler şöyle dursun, Bay Adnan Menderes'in fevrî hareketlerini kanıksamış olan bizlerden bile, böyle bir seyahatin tabiî karşılanması beklenemez.
Nitekim, «âdetâ bir memleket gibi» olduğumuz iddia edilen İrak'ın siyaset adamları da Türk Başbakanının bu âni seyahatini tabiî karşılıyamamış olmalıdırlar ki, bizzat Bay Zorlu'nun da belirttiği gibi, İrak Başbakanı kendi Parlamentosuna (ne mutluymuş o Parlâmento!) bu seyahat hakkında izahat vermek zorunda kalmıştır.
İrak'la gerçekten «bir memleket gibi» olsak bile, iki memleket arasındaki bu yakınlık, İrak'ın devlet adamları önemli bir konferans için Türkiye'de bulunurlarken, Türk Başbakanının kalkıp İrak'a gitmesini tabiî gösteremez. Devletler arası münasebetler şöyle dursun, fertler arasındaki münasebetlerde bile, evine bir çok misafirler gelmiş bir ev sahibi, «siz hele buyrun, kendi aranızda konuşun da, bu arada ben içinizden birinin evine kadar gidip iadei ziyaret edeyim», diyemez.
Ortada bir gayrı tabiî durum vardır! Olmalıdır, ve olduğu da itiraf edilmelidir! Çünkü ortada gayri tabiî bir durum olmadığını söylersek, Türk Başbakanının şu sırada böyle bir seyahate çıkmasını, yurdumuzdaki misafirlere karşı, asgarî nezaket kurallarına uygun göstermekte çok zorluk çekeriz.
Görünüşe göre, İrak'ın «iftirak» ı, Bağdat Paktına ve Ortadoğu Arap memleketlerine karşı davranışı, bu gayri tabiîlikte başlıca etkendir.
İrak'tan başka bütün Arap devletleri bu Pakt'tan uzak durdukları gibi, İrak'ın «kardeş» halkı da, kendi idarecilerini, bu Pakt'tan ya ayrılmağa, ya da onu münhasıran İsrail aleyhtarı bir teşekkül haline getirmeğe zorlamaktadır. Dünyanın bildigi bu gerçeği Türk Dışişleri Bakanının — hem de dünya gazetecileri önünde — hiç bilmezmiş gibi konuşması, herhalde kendisine iyi bir not kazandırmaz.
Bağdat Paktını zamanla Balkan Paktı durumuna düşmekten kurtarmanın yolu' bu Pakt'tan beklenilen sonuçların elde edilmeyiş sebeplerine, bu Paktı asıl gayesinden gitgide uzaklaştıran etkenlere gözlerimizi yummak, kulaklarımızı tıkamak olmasa gerektir.
Oysa Türk Dışişleri Bakanı, Pazar günkü basın konferansında, gerçeklere gözlerini yummanın, kulaklarını tıkamanın başka örneklerini de vermiştir. O arada örneğin,
«Biz Ortadoğu'daki milletler birbirimizin kardeşiyiz ve birbirimizi sevmekteyiz. Fakat komünist sızmaları oluyor ve bu bizim aramızı açmağa çalışıyor. Biz bütün bu sızmalara karşı tesanüdümüzü muhafaza edeceğiz ve böyle teşebbüslerle şiddetle mücadele edeceğiz», demiştir.
Bir kere şu «tesanüdümüzü muhafaza edeceğiz» sözü üzerinde durmak gerekir. Bir şeyin «muhafaza» edilebilmesi, o şeyin ilkin var olmasına bağlıdır. Bugün «biz Ortadoğu milletleri» arasında tesanüdün var olduğunu söylemekse, aşırı bir iyimserlik veya tecahül örneği olmakla kalmaz, Türk devlet adamlarının Ortadoğudaki duruma dair son zamanlardaki bütün sözleriyle, hattâ bizzat Bay Zorlu'nun aynı basın konferansındaki başka sözleriyle de açık bir çelişme olur.
Henüz İrak'la Türkiye arasında bile içlere güven verecek bir tesanüt kurulabilmiş değildir. Türkiye ile başka Ortadoğu Arap memleketleri arasında ise tesanütten iz bile yoktur. Hattâ Bağdat Paktı dışında kalan bu Ortadoğu Arap memleketleri, bütün çabalarına rağmen, daha kendi aralarında tesanüt kuramamışlardır.
Bay Zorlu'nun «fakat komünist sızmaları oluyor ve bu bizim aramızı açmağa çalışıyor» sözleri üzerinde de durulmağa değer. Acaba komünist sızması olduğu için mi Ortadoğu milletlerinin arası açılmaktadır, yoksa zaten Ortadoğu milletlerinin arası açık olduğu için mi komünistler bu bölgeye kolayca sızmak imkânını bulabilmektedirler?
Eğer Bay Zorlu birinci şıkka, yani, komünist sızması olduğu için Ortadoğu milletlerinin arası açıldığına, samimiyetle inanıyorsa, o zaman ister istemez, Türk Dışişleri Bakanının Ortadoğu'daki tarihî, sosyal, ekonomik ve siyasal şartlardan habersiz olduğuna hükmetmek zorunda kalırız. Dış siyasetimizin, bu şartlardan böylesine habersiz yürütülmesi karşısında ise, her halde, Bağdat Paktını geliştirmek, Ortadoğu güvenliğine hizmet edebilmek için sarfettiğimiz gayretlerin realist bir görüşe dayandığını düşünemeyiz.
Bay Fatin Rüştü Zorlu'nun bu konuda muhaliflerden fikir almağa tenezzül etmiyeceğini elbette biliriz. Fakat İstanbuldaki iktidar sözcüsü gazetenin, üslûbu pek duygulu olmakla beraber realist görüşlü «Rey vermedi» fıkrası yazarına danışsa, ondan bile faydalı dersler alabileceğine inanırız.
Koleksiyon
Alıntı
“Fakat Ya Irak?.. Irak'taki Bu İftirak?..,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/951 ulaşıldı.