Benimseyemediğimiz Ülke
Başlık:
Benimseyemediğimiz Ülke
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-04-18
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
Benimseyemediğimiz ülke
Anadoluya gelip yerleşinceye kadar ülkeyle çadırı bir tutmuş, konakladığımız yerlere «yurt», yani çadır demişiz.
Aşağı yukarı bin yıldır üzerinde yaşadığımız Anadoluyu bile gerçekten kendimize ülke ediip benimsediğimizi söyliyebilmek çok güçtür. Asya ile Avrupa'yı birleştiren bu güzel toprağa yüzyıllarca bir karargâh gözüyle bakmış, vaktimizi ve gücümüzü, önce bu karargâhtan başka topraklara akınlarla, sonra da o başka toprakları elimizde tutmağa çalışmakla geçirmişiz.
Anadoluya bağlılık ve sevgi bizde, bütün başka topraklar bir bir elimizden çıkıp ta bir tek Anadolu bize kaldıktan, onu da koruyup kendimize alıkoyabilmek için döğüşmeğe zorlandıktan sonra uyanmağa başlamış.
Kalelerle dinî anıtlar dışında, Cumhuriyetten önce Anadolnya kurduğumuz kalıcı eserler pek azdır. Halkımızın çoğunluğu hemen çadır kadar eğreti evlerde barına gelmiş, köylerimizin kentlerimizin çoğu, sanki her an yer değiştirebilir bütün nüfuslarıyla başka yerlere göç edebilirlermiş gibi, yakın zamana kadar yollarla biribirlerine bile bağlanmamışlardır.
Bugün bile bu toprağın üzerinde, çadırda değilse de kira evinde oturmuş gibi bir hâlimiz var. Bugün bile bu toprağın ne doğal zenginliklerini, meselâ ormanlarını, ne biz gelip yerleşmeden önceki tarihini, anıtlarını ve kültürünü benimsiyebilmişizdir. Benimsemek şöyle dursun, ülkemizin bizden önceki tarihiyle, biz gelmeden önce kurulmuş anıtlarıyla, ilgilenmeğe bile ülzum görmüyoruz.
Tarih duygumuz bizi hâlâ Anadolunun ya gerisine ya ötesine bağlıyor. Kurtuluş Savaşından önceye, en uzağı Çanakkale Savaşından önceye ait hatıralarımız, daha çok, artık bizim olmayan, belki bir daha hiç bizim olmayacak, bir daha bizim olmasına zaten lüzum da olmayacak topraklarda, meselâ Orta Asya'da, Ortadoğu'da, Kupzey Afrika'da, meselâ Orta ve Doğu Avrupadadır.
Osmanlı İmparatorluğunun sonlarına doğru yabancılar, bu ülkenin biz gelmeden önceki tarihiyle ilgili atınlardan hangisini ellerine geçirdilerse gözlerimiz önünde söküp götürmüş, bizden taşıdıkları kalıntılarla kendi ülkelerinde birçok Anadolu anıtlarını yeniden kurmuşlardır.
Vaktiyle buna göz yummuş olan Sultanlara kızıyoruz. Ama sanki şimdi durum pek mi başkadır? Anadoluda kalan ve her yıl birazı daha toprak üstüne çıkarılan eserler, artık dışarı taşınmalarına izin verilmekle sanki bizim mi olmaktadırlar?
Bu eserler ve bu eserlerin üstüne kurulu tarih, ancak biz onları benimsedikçe, hiç değilse tanıyıp anladıkça, o eserler ve o tarihle aramızda bir yakınlık kurup onlardan birtakim manevî değerler almağa değişen kültürümüzün hamuruna bu değerleri maya gibi katmağa başladıkça gerçekten bizim olabilir ve ancak bunlar bizim oldukça Anadoluyu bir kira evinden daha çok kendimizin sayabilir, onun yurtluğuna, çadırın daha ötesinde bir anlam kazandırabiliriz.
Oysa biz bugün Anadolu tarihinin ve kültürünün vârisi ve sahibi gibi değil, ancak bekçisi gibi davranmaktayız. Hem de neye bekçilik ettiğini bilmeyen, umursamayan bir bekçi.. Bu tarihin barındırdığı eserlerle bir müze rehberi kadar bile ilgili değiliz. Anadolunun tarihi ve kültürü için, biz yabancılara rehberlik edeceğimiz yerde, turist, arkeolog, yazar olarak gelen yabancılar bize, o da merak duyan birkaçımıza, rehberlik ediyorlar. Anadolu tarihi ve kültürüyle ilgilenen Türk arkeologları yeni ortaya çıkmakta, onlar da, Anadoluyu başkalarına tanıtmak için, biraz kendilerinin, fakat asıl yabancıların sarfettikleri gayretin binde birini, Anadoluyu Türklere tanıtmak için sarfetmeğe lüzum görmüyorlar. Bu yüzden onlara gücenmeğe de hakkımız yok. Çünkü, sayıları henüz zaten pek az olan Türk arkeologları, bu yolda bir gayret sarfetmek için, ne devletten, ne bilim kurumlarından, ne basından, ne de halktan teşvik görmektedirler.
30 yıldan uzun bir zamandır Batılılaşmağa uğraşıyoruz. Anadolu, Batıyı Batı yapan kültürün en zengin kaynağı.. Biz o kaynağın başında, ondan habersiz, ondan feyiz almadan yaşıyoruz.
O kaynaktan feyzalmak ve kendi milletlerine feyiz vermek için Anadoluya gelen yabancıların son yıllarda yazdıkları kitap ve yazılar, yalnız İngiltere ve Amerika'da bile bir kütüphane doldurmağa yeter.
Yurt dışına çıkıp ta yabancı dillerdeki bu yeni yayınları, bu yayınların nasıl kapışıldığını gördükçe, insanın, kendi toprağını kendine yabancı duyup, kendi toprağındaki kaynaklardan hâlâ sadece başkalarının feyzaldığını anlayıp, içi burkuluyor.
Cambrdige, MASS.
Bülent ECEVİT
Benimseyemediğimiz ülke
Anadoluya gelip yerleşinceye kadar ülkeyle çadırı bir tutmuş, konakladığımız yerlere «yurt», yani çadır demişiz.
Aşağı yukarı bin yıldır üzerinde yaşadığımız Anadoluyu bile gerçekten kendimize ülke ediip benimsediğimizi söyliyebilmek çok güçtür. Asya ile Avrupa'yı birleştiren bu güzel toprağa yüzyıllarca bir karargâh gözüyle bakmış, vaktimizi ve gücümüzü, önce bu karargâhtan başka topraklara akınlarla, sonra da o başka toprakları elimizde tutmağa çalışmakla geçirmişiz.
Anadoluya bağlılık ve sevgi bizde, bütün başka topraklar bir bir elimizden çıkıp ta bir tek Anadolu bize kaldıktan, onu da koruyup kendimize alıkoyabilmek için döğüşmeğe zorlandıktan sonra uyanmağa başlamış.
Kalelerle dinî anıtlar dışında, Cumhuriyetten önce Anadolnya kurduğumuz kalıcı eserler pek azdır. Halkımızın çoğunluğu hemen çadır kadar eğreti evlerde barına gelmiş, köylerimizin kentlerimizin çoğu, sanki her an yer değiştirebilir bütün nüfuslarıyla başka yerlere göç edebilirlermiş gibi, yakın zamana kadar yollarla biribirlerine bile bağlanmamışlardır.
Bugün bile bu toprağın üzerinde, çadırda değilse de kira evinde oturmuş gibi bir hâlimiz var. Bugün bile bu toprağın ne doğal zenginliklerini, meselâ ormanlarını, ne biz gelip yerleşmeden önceki tarihini, anıtlarını ve kültürünü benimsiyebilmişizdir. Benimsemek şöyle dursun, ülkemizin bizden önceki tarihiyle, biz gelmeden önce kurulmuş anıtlarıyla, ilgilenmeğe bile ülzum görmüyoruz.
Tarih duygumuz bizi hâlâ Anadolunun ya gerisine ya ötesine bağlıyor. Kurtuluş Savaşından önceye, en uzağı Çanakkale Savaşından önceye ait hatıralarımız, daha çok, artık bizim olmayan, belki bir daha hiç bizim olmayacak, bir daha bizim olmasına zaten lüzum da olmayacak topraklarda, meselâ Orta Asya'da, Ortadoğu'da, Kupzey Afrika'da, meselâ Orta ve Doğu Avrupadadır.
Osmanlı İmparatorluğunun sonlarına doğru yabancılar, bu ülkenin biz gelmeden önceki tarihiyle ilgili atınlardan hangisini ellerine geçirdilerse gözlerimiz önünde söküp götürmüş, bizden taşıdıkları kalıntılarla kendi ülkelerinde birçok Anadolu anıtlarını yeniden kurmuşlardır.
Vaktiyle buna göz yummuş olan Sultanlara kızıyoruz. Ama sanki şimdi durum pek mi başkadır? Anadoluda kalan ve her yıl birazı daha toprak üstüne çıkarılan eserler, artık dışarı taşınmalarına izin verilmekle sanki bizim mi olmaktadırlar?
Bu eserler ve bu eserlerin üstüne kurulu tarih, ancak biz onları benimsedikçe, hiç değilse tanıyıp anladıkça, o eserler ve o tarihle aramızda bir yakınlık kurup onlardan birtakim manevî değerler almağa değişen kültürümüzün hamuruna bu değerleri maya gibi katmağa başladıkça gerçekten bizim olabilir ve ancak bunlar bizim oldukça Anadoluyu bir kira evinden daha çok kendimizin sayabilir, onun yurtluğuna, çadırın daha ötesinde bir anlam kazandırabiliriz.
Oysa biz bugün Anadolu tarihinin ve kültürünün vârisi ve sahibi gibi değil, ancak bekçisi gibi davranmaktayız. Hem de neye bekçilik ettiğini bilmeyen, umursamayan bir bekçi.. Bu tarihin barındırdığı eserlerle bir müze rehberi kadar bile ilgili değiliz. Anadolunun tarihi ve kültürü için, biz yabancılara rehberlik edeceğimiz yerde, turist, arkeolog, yazar olarak gelen yabancılar bize, o da merak duyan birkaçımıza, rehberlik ediyorlar. Anadolu tarihi ve kültürüyle ilgilenen Türk arkeologları yeni ortaya çıkmakta, onlar da, Anadoluyu başkalarına tanıtmak için, biraz kendilerinin, fakat asıl yabancıların sarfettikleri gayretin binde birini, Anadoluyu Türklere tanıtmak için sarfetmeğe lüzum görmüyorlar. Bu yüzden onlara gücenmeğe de hakkımız yok. Çünkü, sayıları henüz zaten pek az olan Türk arkeologları, bu yolda bir gayret sarfetmek için, ne devletten, ne bilim kurumlarından, ne basından, ne de halktan teşvik görmektedirler.
30 yıldan uzun bir zamandır Batılılaşmağa uğraşıyoruz. Anadolu, Batıyı Batı yapan kültürün en zengin kaynağı.. Biz o kaynağın başında, ondan habersiz, ondan feyiz almadan yaşıyoruz.
O kaynaktan feyzalmak ve kendi milletlerine feyiz vermek için Anadoluya gelen yabancıların son yıllarda yazdıkları kitap ve yazılar, yalnız İngiltere ve Amerika'da bile bir kütüphane doldurmağa yeter.
Yurt dışına çıkıp ta yabancı dillerdeki bu yeni yayınları, bu yayınların nasıl kapışıldığını gördükçe, insanın, kendi toprağını kendine yabancı duyup, kendi toprağındaki kaynaklardan hâlâ sadece başkalarının feyzaldığını anlayıp, içi burkuluyor.
Cambrdige, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Benimseyemediğimiz Ülke,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/805 ulaşıldı.