İskender'in Kılıcı, Basının Gücü...
Başlık:
İskender'in Kılıcı, Basının Gücü...
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-04-05
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
İskender'in Kılıcı, Basının Gücü...
FRANSA ile Almanya arasında uzun zamandanberi birer anlaşmazlık ve geçimsizlik kaynağı olan meseleler, ikinci Dünya Harbi ertesinde birer kördüğüm haline gelmiş, bu düğümlerin yakın bir geleceğte çözülebileceğini artık en iyimser kimseler bile umamaz olmuştu. O yüzden Batı Avrupa'yı birleştiren hayalleri suya düşmüş, NATO'yu Batı Avrupa güvenliği için gerçekten yaralı bir savunma sistemi haline getirme umutları bile kırılmağa başlamıştı.
Fakat dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Fransız — Alman münasebetleri, kimsenin beklemediği bir sırada, ansızın düzeliverdi. İki memleket arasında tarih boyunca görülmemiş bir yakınlaşma başladı. Saar meselesi kolayca çözüldü. Fransa, Batı Almanya'nın NATO'ya girmesine karşı koymadığı gibi, kendi kuvvetlerini de, kendi isteğiyle, iki Dünya Harbinde Fransa'ya karşı döğüşmüş bir eski Nazi generalinin emrine verdi. Avrupa'nın birleşmesine karşı çıkarılan ve aşılamasından umut kesilen engeller de birer birer ortadan kalktı, ve Avrupa Atom Birliği ile Pazar Ortaklığı kolayca kurulabildi.
Alman — Fransız münasebetlerinin tarihini çok iyi bilen Alman asıllı bir Amerikan Anayasa profesörü, geçen gün Harvard Üniversitesindeki bir seminerde, havanın böyle birden bire düzeldiği sıralara rastlıyan bir Avrupa gezisinin kendisini nasıl hayretten hayrete düşürdüğünü anlatıyordu. Almanlarla Fransızları, aynı milletin insanlar kadar biribirine yakın ve dost bulmuştu. Ne bir Alman ağzından Fransa aleyhinde, ne bir Fransızın ağzından Almanya aleyhinde bir söz duyuluyordu. Almanya'da sendika birliklerinin bir konferansına gitse, baş köşede, hararetle karşılanan Fransız işçi temsilcilerini, Fransa'da bir sisayal toplantıya gitse, baş köşede, davetli Alman politikacılarını görüyordu.
O sırada henüz iki memleket arasındaki meselelerden bazısı halledilmemiş olduğu halde, bu meselelerle ilgili olarak ne Fransız basınında Alman aleyhdarı, ne Alman basınında Fransız aleydarı yazılar çıkıyordu. Bilâkis, Fransız, gazeteleri baş sütunlarını Alman gazetecilerinin o meselelerle ilgili yazılarına, Alman gazeteleri ile baş sütunlarını Fransız meslekdaşlarının yazılarına ayırıyorlardı.
Bu durumu kemli tarih bilgisinin ışığı altında izah edemiyen Alman asıllı profesör, biribirinin ezelî düşmanı sayılan iki memleket arasındaki bu görülmemiş dostluğun nasıl meydana geldiğini kime sorduysa hemen hemen aynı cevabı almıştı. İki memleketin de aydınları, politikacıları, işçileri, bu mucizenin başarılmasında baş rolü basının oynadığını söylüyorlardı.
Alman ve Fransız gazetecilerinin işbirliği gayretleri ve bu gayretlerin mucize sayılabilecek sonuçlarını, daha önce, bu işbirliğini destekleyip düzenliyen Milletlerarası Basın Enstitüsünün (I.P.l.) bültenlerinde okumuş, bu Enstitünün, yıl başında Neyyork'taki toplantısında görüştüğüm temsilcilerinden de duymuştum. Fakat o zaman, Fransız — Alman yakınlaşmasında basına düşen şeref payını «I.P.I.» temsilcilerinin fazla büyültüyor olabileceklerini düşünüyordum.
Ayni izah tarzını, Harvard Üniversitesinde, Alman asıllı tanınmış bir Anayasa profesöründen de işitince, burada tanıştığım başka Almanlarla görüştüm, onlar da, tereddüt etmeksizin, iki memleket arasındaki bu dostluk havasını herkesten çok gazetecilere borçlu olduklarını söylüyorlardı.
Milletlerarası Basın Enstitüsünün birkaç yıl önce tertiplemeğe başladığı Alman — Fransız basın toplantıları, hâlâ, yılda iki defa olmak üzere devam ediyordu. Bu toplantılarda gazeteciler, iki memleketin de çeşitli meselelerdeki durumunu, aşırı milliyetçilik duygularından sıyrılıp, tarafsız bir gözle inceliyor, tartışıyor, toplantılarına davet ettikleri uzmanların, düşüncelerini dinliyor, sonra kendi aralarında bazı muhtemel anlaşma zeminleri tespit ederek, toplantıdan dönünce gazetelerinde ona göre yayına başlıyorlardı.
Kendi tespit ettikleri anlaşma zeminleri kabul edilmese bile, iki memleketin de gazetecileri, herhangi bir meseleyi çözebilmek için ilk ve en önemli şartın, karşılıklı şüphe ve düşmanlık duygularını kaldırıp, bunun yerine karşılıklı bir iyiniyet havası yaratmak olduğunu biliyorlardı. Onun için, aralarındaki ilk toplantıdan itibaren, gazetelerinde biribirlerinin memleketlerine karşı hücumları durdurmuş, Almanya hakkında Frasız, Fransa hakkında da Alman halkını daha iyi aydınlatacak yayınlara başlamış. bununla da yetinmeyerek, gazetelerinin sütunlarını biribirlerine açmışlardı. Öyle ki, meselâ Saar meselesiyle ilgili görüşmeler ön plâna geçtiği zaman, Fansız okuyucuları, kendi gazetelerinde, Almanya'ya karşı alışılmış hücumlar yerine, bir Alman gazetecisinin Alman görüsünü belirten bir yazısını görüyorlardı. Alman okuyucuları için de durum böyleydi.
İki memleket gazetecileri arasındaki toplantıların altıncısı 1956 Ekiminde Marsilya'da yapılmış, iktisat yazarlarının da çağırıldığı bu toplantıda Alman — Fransız iktisadî işbirliğinin gelişmesi imkânları üzerinde durulmuş, gazeteciler, böyle bir gelişmeyi hızlandıracak bir hava yaratmağa nasıl hizmet edebileceklerini görüşüp kararlaştırmışlardı. Şimdi, bu toplantının üstünden 6 ay geçtikten sonra, Fransa ile Batı Almanya Hükümetlerinin, Batı Avrupa'yı birleştirme yolunda atılmış en ileri adımlar olan Atom Birliği ve Pazar Ortaklığı konularında, hiç bir ciddî iç mukavemetle karşılaşmaksızın anlaştıklarını görüyoruz.
İki memleket arasında, daha yakın zamana kadar birer Gordium düğümü kadar çözülmez sanılan meseleleri, basın, İskender'in kılıcı gibi, bir dokunuşta çözüvermistl.
Basının Fransız — Alman münasebetlerine bu hizmetini, ilk olarak 3 ay kadar önre Nevyork'ta, Milletlerarası Basın Enstitüsünün bir temsilcisinden dinlediğim zaman, neden başka memleketler arasındaki çetin meseleleri çözmek için de o memleketlerin gazetecileri arasında böyle bir işbirliği tertiplemediklerini sormuştum. Temsilci, böyle teşebbüslerin, ancak basını tamamile hür, her türlü siyasal baskıdan kurtulmuş memleketlerde müspet sonuçlar verebileceğini söylemişti.
Gerçekten, hür olmayan bir basın kınında paslanan bir kılıca benzerdi. Nasıl iskender kınında paslanan hir kılıçla Gordium'daki düğümü çözemezdi ise, basın da, hür olmadıkça, ne millî ne milletlerarası meselelerin düğümlerini çözmeğe yardım edebilirdi.
Bülent ECEVİT
İskender'in Kılıcı, Basının Gücü...
FRANSA ile Almanya arasında uzun zamandanberi birer anlaşmazlık ve geçimsizlik kaynağı olan meseleler, ikinci Dünya Harbi ertesinde birer kördüğüm haline gelmiş, bu düğümlerin yakın bir geleceğte çözülebileceğini artık en iyimser kimseler bile umamaz olmuştu. O yüzden Batı Avrupa'yı birleştiren hayalleri suya düşmüş, NATO'yu Batı Avrupa güvenliği için gerçekten yaralı bir savunma sistemi haline getirme umutları bile kırılmağa başlamıştı.
Fakat dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Fransız — Alman münasebetleri, kimsenin beklemediği bir sırada, ansızın düzeliverdi. İki memleket arasında tarih boyunca görülmemiş bir yakınlaşma başladı. Saar meselesi kolayca çözüldü. Fransa, Batı Almanya'nın NATO'ya girmesine karşı koymadığı gibi, kendi kuvvetlerini de, kendi isteğiyle, iki Dünya Harbinde Fransa'ya karşı döğüşmüş bir eski Nazi generalinin emrine verdi. Avrupa'nın birleşmesine karşı çıkarılan ve aşılamasından umut kesilen engeller de birer birer ortadan kalktı, ve Avrupa Atom Birliği ile Pazar Ortaklığı kolayca kurulabildi.
Alman — Fransız münasebetlerinin tarihini çok iyi bilen Alman asıllı bir Amerikan Anayasa profesörü, geçen gün Harvard Üniversitesindeki bir seminerde, havanın böyle birden bire düzeldiği sıralara rastlıyan bir Avrupa gezisinin kendisini nasıl hayretten hayrete düşürdüğünü anlatıyordu. Almanlarla Fransızları, aynı milletin insanlar kadar biribirine yakın ve dost bulmuştu. Ne bir Alman ağzından Fransa aleyhinde, ne bir Fransızın ağzından Almanya aleyhinde bir söz duyuluyordu. Almanya'da sendika birliklerinin bir konferansına gitse, baş köşede, hararetle karşılanan Fransız işçi temsilcilerini, Fransa'da bir sisayal toplantıya gitse, baş köşede, davetli Alman politikacılarını görüyordu.
O sırada henüz iki memleket arasındaki meselelerden bazısı halledilmemiş olduğu halde, bu meselelerle ilgili olarak ne Fransız basınında Alman aleyhdarı, ne Alman basınında Fransız aleydarı yazılar çıkıyordu. Bilâkis, Fransız, gazeteleri baş sütunlarını Alman gazetecilerinin o meselelerle ilgili yazılarına, Alman gazeteleri ile baş sütunlarını Fransız meslekdaşlarının yazılarına ayırıyorlardı.
Bu durumu kemli tarih bilgisinin ışığı altında izah edemiyen Alman asıllı profesör, biribirinin ezelî düşmanı sayılan iki memleket arasındaki bu görülmemiş dostluğun nasıl meydana geldiğini kime sorduysa hemen hemen aynı cevabı almıştı. İki memleketin de aydınları, politikacıları, işçileri, bu mucizenin başarılmasında baş rolü basının oynadığını söylüyorlardı.
Alman ve Fransız gazetecilerinin işbirliği gayretleri ve bu gayretlerin mucize sayılabilecek sonuçlarını, daha önce, bu işbirliğini destekleyip düzenliyen Milletlerarası Basın Enstitüsünün (I.P.l.) bültenlerinde okumuş, bu Enstitünün, yıl başında Neyyork'taki toplantısında görüştüğüm temsilcilerinden de duymuştum. Fakat o zaman, Fransız — Alman yakınlaşmasında basına düşen şeref payını «I.P.I.» temsilcilerinin fazla büyültüyor olabileceklerini düşünüyordum.
Ayni izah tarzını, Harvard Üniversitesinde, Alman asıllı tanınmış bir Anayasa profesöründen de işitince, burada tanıştığım başka Almanlarla görüştüm, onlar da, tereddüt etmeksizin, iki memleket arasındaki bu dostluk havasını herkesten çok gazetecilere borçlu olduklarını söylüyorlardı.
Milletlerarası Basın Enstitüsünün birkaç yıl önce tertiplemeğe başladığı Alman — Fransız basın toplantıları, hâlâ, yılda iki defa olmak üzere devam ediyordu. Bu toplantılarda gazeteciler, iki memleketin de çeşitli meselelerdeki durumunu, aşırı milliyetçilik duygularından sıyrılıp, tarafsız bir gözle inceliyor, tartışıyor, toplantılarına davet ettikleri uzmanların, düşüncelerini dinliyor, sonra kendi aralarında bazı muhtemel anlaşma zeminleri tespit ederek, toplantıdan dönünce gazetelerinde ona göre yayına başlıyorlardı.
Kendi tespit ettikleri anlaşma zeminleri kabul edilmese bile, iki memleketin de gazetecileri, herhangi bir meseleyi çözebilmek için ilk ve en önemli şartın, karşılıklı şüphe ve düşmanlık duygularını kaldırıp, bunun yerine karşılıklı bir iyiniyet havası yaratmak olduğunu biliyorlardı. Onun için, aralarındaki ilk toplantıdan itibaren, gazetelerinde biribirlerinin memleketlerine karşı hücumları durdurmuş, Almanya hakkında Frasız, Fransa hakkında da Alman halkını daha iyi aydınlatacak yayınlara başlamış. bununla da yetinmeyerek, gazetelerinin sütunlarını biribirlerine açmışlardı. Öyle ki, meselâ Saar meselesiyle ilgili görüşmeler ön plâna geçtiği zaman, Fansız okuyucuları, kendi gazetelerinde, Almanya'ya karşı alışılmış hücumlar yerine, bir Alman gazetecisinin Alman görüsünü belirten bir yazısını görüyorlardı. Alman okuyucuları için de durum böyleydi.
İki memleket gazetecileri arasındaki toplantıların altıncısı 1956 Ekiminde Marsilya'da yapılmış, iktisat yazarlarının da çağırıldığı bu toplantıda Alman — Fransız iktisadî işbirliğinin gelişmesi imkânları üzerinde durulmuş, gazeteciler, böyle bir gelişmeyi hızlandıracak bir hava yaratmağa nasıl hizmet edebileceklerini görüşüp kararlaştırmışlardı. Şimdi, bu toplantının üstünden 6 ay geçtikten sonra, Fransa ile Batı Almanya Hükümetlerinin, Batı Avrupa'yı birleştirme yolunda atılmış en ileri adımlar olan Atom Birliği ve Pazar Ortaklığı konularında, hiç bir ciddî iç mukavemetle karşılaşmaksızın anlaştıklarını görüyoruz.
İki memleket arasında, daha yakın zamana kadar birer Gordium düğümü kadar çözülmez sanılan meseleleri, basın, İskender'in kılıcı gibi, bir dokunuşta çözüvermistl.
Basının Fransız — Alman münasebetlerine bu hizmetini, ilk olarak 3 ay kadar önre Nevyork'ta, Milletlerarası Basın Enstitüsünün bir temsilcisinden dinlediğim zaman, neden başka memleketler arasındaki çetin meseleleri çözmek için de o memleketlerin gazetecileri arasında böyle bir işbirliği tertiplemediklerini sormuştum. Temsilci, böyle teşebbüslerin, ancak basını tamamile hür, her türlü siyasal baskıdan kurtulmuş memleketlerde müspet sonuçlar verebileceğini söylemişti.
Gerçekten, hür olmayan bir basın kınında paslanan bir kılıca benzerdi. Nasıl iskender kınında paslanan hir kılıçla Gordium'daki düğümü çözemezdi ise, basın da, hür olmadıkça, ne millî ne milletlerarası meselelerin düğümlerini çözmeğe yardım edebilirdi.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“İskender'in Kılıcı, Basının Gücü...,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/797 ulaşıldı.