Hukukçular ve Hukuk
Başlık:
Hukukçular ve Hukuk
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-07-24
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/32
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Hukukçular ve Hukuk
Değerli hukukçu ve yazarlarımızdan Dr. Muammer Aksoy, FORUM'un son sayısında çıkan «Hukukçuların manevi mes'uliyeti ve iki Hukuk Derneğine dair» başlıklı çok dikkate değer yazısında, «hukuka dayanan bir devlet nizamının gerçeleşebilmesi için mücadele» nin ön plânda hukukçulara düştüğünü belirterek şöyle diyor:
«... Günlük işinde hukukun ve adaletin icaplarını büyük bir titizlikte yerine getiren bir hukukçu bile, meslekî ve vicdanî vazifesini ancak kısmen yapmış sayılabilir; onun baş vazifesi, içinde bulunduğu toplulukta doğru bir hukuk nizamının, yani demokrasi ve hukuk devletinin kurulması veya korunması için savaştır.»
Fakat Dr. Muammer Aksoy'a göre «hukukçuların bu istikâmetteki tutumu, umumiyetle takdire şayan olmaktan çok uzaktır.» Birçok memleketlerde «nice hukukçu hattâ hukuk profesörü, diktatörlere yardakçılık etmiş, onların her mel'anetini haklı göstermek maksadiyle yalan yanlış hukuk ilmini haksızlığın emrine tahsis için birbirleriyle yarışa girmiştir. Fakat itiraf etmek gerekir ki bu bedbahtların sayısının çok olması, diğer hukukçuların kendilerini müsamaha ile karşılamasındandır.»
Dr. Muammer Aksoy'un hukukçular hakkındaki bu acı müşahedelerini, maalesef 1945 den bu yana Türkiye'deki hukukçuların da davranışı doğrulamaktadır. Demokrasi mücadelesinde kendilerine düşen görevi kavramış ve bu görevi yerine getirebilmek için her fedakârlığı göze almış hukukçularımızın sayısı az olmasa bile, demokrasi yolunda geriye doğru adımlar atmak isteyen politikacılar, kendilerini hararetle desteklemeğe, savunmağa hattâ bu gerileyişte kendilerine «ilim meş'alesi»ni tutarak yol göstermeğe de hazır pek çok hukukçu bulmakta zorluk çekmemişlerdir. Öyle ki, bir çok hallerde, hiç hukuk tahsil etmemiş vatandaşlar, hukuk devletinin en basit ilkelerini, hukuk bilginlerine karşı savunmak zorunda kalmışlardır.
Sayın Dr. Aksoy'un Nazi Almanya'sından, Franko İspanyasından verdiği örnekler, birçok Batı memleketlerinde de hukukçuların, hukuk devleti ilkelerini korumakta, bu ilkelere bağlılıkta, bizim hukukçularımızdan daha iyi not alamıyacaklarını göstermektedir.
Bu bize, çoğu zaman gözden kaçırdığımız bir gerçeği hatırlatıyor: Batıda yüzyıllarca devam etmiş ve «hukuk devleti» kavramı ile, bu kavrama dayanan demokrasi ve düşünce hürriyetini hemen bütün Batı âlemine benimsetmiş olan mücadeleyi, hak, hukuk ve düşünce hürriyeti mücadelesini, hukukçulardan önce, ve onlardan daha büyük bir anlayış ve azimle, sanatçılar, edebiyatçılar, filozoflar yapmıştır.
Dr. Muammer Aksoy. «bir memlekette Hukuk Devletinin (demokratik hukuk nizaminin) kurulması, şüphesiz ki yalnız hukukçulara düşen bir vazife değildir. Bu gayeye bütün millet, bilhassa bütün aydınlar beraberce ulaşabilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, hukuka dayanan bir devlet nizamının kurulması için mücadele etmek, ön plânda hukukçulara düşer. Nasıl ki bir memlekette sanatın inkişafı için başta çarpışması gereken kimseler sanatkârlar; tıbbın yerleşmesi ve doğru bir istikamette gelişmesi için ön safta mücadele edecek şahıslar hekimlerdir» diyor.
Bizce, değerli yazarın bu düşüncesi, bir gerçeğin olmaktan çok bir idealin ifadesidir. Bu idealin gerçekleşebilmesi ise, hukukçuların daha iyi hukukçu olmalarına değil, hukukla ilgilendikleri kadar, belki ondan daha çok, en saf yaratıcı ve düşünsel faaliyet alanları olan felsefe, edebiyat ve sanatla da ilgilenmelerine bağlıdır.
Bu görüşümüzü desteklemek için, Dr. Muammer Aksoy'a, örnek olarak, bizzat kendisini gösterebiliriz: FORUM'un bu değerli yazarını bugün Türkiye'de «hukuk devleti»nin en kuvvetli savunucularından biri yapan, kendisinin hukuk ilmi ile meslekî ilgisinden önce, sanat, edebiyat ve felsefe ile olan özel ve yakın ilgisidir, sanıyoruz.
İnsanlar, hukuk bilgilerini ilerlettikçe değil, ancak, hür düşüncenin ve yaratıcılığın kişi ve toplum hayatındaki değer ve önemini kavradıkça, düşünce ve yaratma hürriyeti kendileri için su kadar, hava kadar tabiî bir ihtiyaç haline geldikçe, «hukuk devleti» uğrunda mücadele etmek zorunluluğunu duyarlar. Çünkü düzenli, hele yirminci yüzyıldaki kadar teşkilâtlı bir toplum hayatında, düşünce ve yaratma hürriyetine imkân veren tek vasat, «demokratik hukuk nizamı»nı sağlıyacak bir «hukuk devleti»dir. Sanat, edebiyat veya felsefe ile ilgilenmiyen bîr kimseninse, kişi ve toplum hayatında düşünce ve yaratma hürriyetinin değerini kolayca kavraması beklenemez.
Türkiye'de bizim meselemiz, hukuk bilgisinin geriliğinden, hukukçularımızın kendi alanlarındaki zaaf ve yetersizliğinden önce, düşünce ve yaratma hürriyeti geleneğimizin zayıflığı, hattâ yokluğu olsa gerektir.
Yurdumuzda bu geleneğin kurulup kuvvetlenebilmesi için, yalnız hukuk değil, başka konular tahsil edenlere de, düşünce ve yaratma hürriyeti ihtiyacını duyuracak bir eğitim verilmelidir. Amerika'da bu eğitim, şimdi, mühendisler için bile zaruri görülmeğe, ve meselâ Boston'daki Massachussetts Teknoloji Enstitüsünde (M.I. T.) felsefe ve edebiyatla ilgili konulara, hemen teknik konular kadar önem verilmeğe başlamıştır.
Bu eğitimi almamış kimseler için hukuk, insanın iç hayatıyla, zihnî gelişmesiyle ve yaratıcı faaliyetiyle bağlantısı olmayan, sadece bazı gündelik meselelerini, meselâ komşularıyla arasındaki anlaşmazlıkları çözmeğe yarıyan, kuru ve sathi bir pratik bilgiden başka bir şey olamaz. Yetişme tarzları yüzünden hukuku bu gözle görmeğe alışmış hukukçulardan da elbette, «hukuk devleti» mücadelesinde ön plânda yer almaları beklenemez.
Sayın Muammer Aksoy'un idealleştirdiği anlamda «hukuk»a gelince, o, hukukçulardan önce, düşünürlerin ve yaratıcıların ilgilenebilecekleri, kendilerine mesele edebilecekleri bir konudur.
Tarih boyunca «hukuk devleti»ni yıkan diktatörlere «yardakçılık etmiş» kimseler arasında pek çok hukukçuya fakat pek az fikir ve sanat adamına rastlanması, bundan olsa kerektir.
Nitekim öyle sanıyoruz ki bizzat Dr. Muammer Aksoy da, Batının «hukuk devleti» mücadelesinde, bir «Eduardo Busso» ya karşı belki 10 «Pablo Casals» gösterebilir.
Bülent ECEVİT
Hukukçular ve Hukuk
Değerli hukukçu ve yazarlarımızdan Dr. Muammer Aksoy, FORUM'un son sayısında çıkan «Hukukçuların manevi mes'uliyeti ve iki Hukuk Derneğine dair» başlıklı çok dikkate değer yazısında, «hukuka dayanan bir devlet nizamının gerçeleşebilmesi için mücadele» nin ön plânda hukukçulara düştüğünü belirterek şöyle diyor:
«... Günlük işinde hukukun ve adaletin icaplarını büyük bir titizlikte yerine getiren bir hukukçu bile, meslekî ve vicdanî vazifesini ancak kısmen yapmış sayılabilir; onun baş vazifesi, içinde bulunduğu toplulukta doğru bir hukuk nizamının, yani demokrasi ve hukuk devletinin kurulması veya korunması için savaştır.»
Fakat Dr. Muammer Aksoy'a göre «hukukçuların bu istikâmetteki tutumu, umumiyetle takdire şayan olmaktan çok uzaktır.» Birçok memleketlerde «nice hukukçu hattâ hukuk profesörü, diktatörlere yardakçılık etmiş, onların her mel'anetini haklı göstermek maksadiyle yalan yanlış hukuk ilmini haksızlığın emrine tahsis için birbirleriyle yarışa girmiştir. Fakat itiraf etmek gerekir ki bu bedbahtların sayısının çok olması, diğer hukukçuların kendilerini müsamaha ile karşılamasındandır.»
Dr. Muammer Aksoy'un hukukçular hakkındaki bu acı müşahedelerini, maalesef 1945 den bu yana Türkiye'deki hukukçuların da davranışı doğrulamaktadır. Demokrasi mücadelesinde kendilerine düşen görevi kavramış ve bu görevi yerine getirebilmek için her fedakârlığı göze almış hukukçularımızın sayısı az olmasa bile, demokrasi yolunda geriye doğru adımlar atmak isteyen politikacılar, kendilerini hararetle desteklemeğe, savunmağa hattâ bu gerileyişte kendilerine «ilim meş'alesi»ni tutarak yol göstermeğe de hazır pek çok hukukçu bulmakta zorluk çekmemişlerdir. Öyle ki, bir çok hallerde, hiç hukuk tahsil etmemiş vatandaşlar, hukuk devletinin en basit ilkelerini, hukuk bilginlerine karşı savunmak zorunda kalmışlardır.
Sayın Dr. Aksoy'un Nazi Almanya'sından, Franko İspanyasından verdiği örnekler, birçok Batı memleketlerinde de hukukçuların, hukuk devleti ilkelerini korumakta, bu ilkelere bağlılıkta, bizim hukukçularımızdan daha iyi not alamıyacaklarını göstermektedir.
Bu bize, çoğu zaman gözden kaçırdığımız bir gerçeği hatırlatıyor: Batıda yüzyıllarca devam etmiş ve «hukuk devleti» kavramı ile, bu kavrama dayanan demokrasi ve düşünce hürriyetini hemen bütün Batı âlemine benimsetmiş olan mücadeleyi, hak, hukuk ve düşünce hürriyeti mücadelesini, hukukçulardan önce, ve onlardan daha büyük bir anlayış ve azimle, sanatçılar, edebiyatçılar, filozoflar yapmıştır.
Dr. Muammer Aksoy. «bir memlekette Hukuk Devletinin (demokratik hukuk nizaminin) kurulması, şüphesiz ki yalnız hukukçulara düşen bir vazife değildir. Bu gayeye bütün millet, bilhassa bütün aydınlar beraberce ulaşabilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, hukuka dayanan bir devlet nizamının kurulması için mücadele etmek, ön plânda hukukçulara düşer. Nasıl ki bir memlekette sanatın inkişafı için başta çarpışması gereken kimseler sanatkârlar; tıbbın yerleşmesi ve doğru bir istikamette gelişmesi için ön safta mücadele edecek şahıslar hekimlerdir» diyor.
Bizce, değerli yazarın bu düşüncesi, bir gerçeğin olmaktan çok bir idealin ifadesidir. Bu idealin gerçekleşebilmesi ise, hukukçuların daha iyi hukukçu olmalarına değil, hukukla ilgilendikleri kadar, belki ondan daha çok, en saf yaratıcı ve düşünsel faaliyet alanları olan felsefe, edebiyat ve sanatla da ilgilenmelerine bağlıdır.
Bu görüşümüzü desteklemek için, Dr. Muammer Aksoy'a, örnek olarak, bizzat kendisini gösterebiliriz: FORUM'un bu değerli yazarını bugün Türkiye'de «hukuk devleti»nin en kuvvetli savunucularından biri yapan, kendisinin hukuk ilmi ile meslekî ilgisinden önce, sanat, edebiyat ve felsefe ile olan özel ve yakın ilgisidir, sanıyoruz.
İnsanlar, hukuk bilgilerini ilerlettikçe değil, ancak, hür düşüncenin ve yaratıcılığın kişi ve toplum hayatındaki değer ve önemini kavradıkça, düşünce ve yaratma hürriyeti kendileri için su kadar, hava kadar tabiî bir ihtiyaç haline geldikçe, «hukuk devleti» uğrunda mücadele etmek zorunluluğunu duyarlar. Çünkü düzenli, hele yirminci yüzyıldaki kadar teşkilâtlı bir toplum hayatında, düşünce ve yaratma hürriyetine imkân veren tek vasat, «demokratik hukuk nizamı»nı sağlıyacak bir «hukuk devleti»dir. Sanat, edebiyat veya felsefe ile ilgilenmiyen bîr kimseninse, kişi ve toplum hayatında düşünce ve yaratma hürriyetinin değerini kolayca kavraması beklenemez.
Türkiye'de bizim meselemiz, hukuk bilgisinin geriliğinden, hukukçularımızın kendi alanlarındaki zaaf ve yetersizliğinden önce, düşünce ve yaratma hürriyeti geleneğimizin zayıflığı, hattâ yokluğu olsa gerektir.
Yurdumuzda bu geleneğin kurulup kuvvetlenebilmesi için, yalnız hukuk değil, başka konular tahsil edenlere de, düşünce ve yaratma hürriyeti ihtiyacını duyuracak bir eğitim verilmelidir. Amerika'da bu eğitim, şimdi, mühendisler için bile zaruri görülmeğe, ve meselâ Boston'daki Massachussetts Teknoloji Enstitüsünde (M.I. T.) felsefe ve edebiyatla ilgili konulara, hemen teknik konular kadar önem verilmeğe başlamıştır.
Bu eğitimi almamış kimseler için hukuk, insanın iç hayatıyla, zihnî gelişmesiyle ve yaratıcı faaliyetiyle bağlantısı olmayan, sadece bazı gündelik meselelerini, meselâ komşularıyla arasındaki anlaşmazlıkları çözmeğe yarıyan, kuru ve sathi bir pratik bilgiden başka bir şey olamaz. Yetişme tarzları yüzünden hukuku bu gözle görmeğe alışmış hukukçulardan da elbette, «hukuk devleti» mücadelesinde ön plânda yer almaları beklenemez.
Sayın Muammer Aksoy'un idealleştirdiği anlamda «hukuk»a gelince, o, hukukçulardan önce, düşünürlerin ve yaratıcıların ilgilenebilecekleri, kendilerine mesele edebilecekleri bir konudur.
Tarih boyunca «hukuk devleti»ni yıkan diktatörlere «yardakçılık etmiş» kimseler arasında pek çok hukukçuya fakat pek az fikir ve sanat adamına rastlanması, bundan olsa kerektir.
Nitekim öyle sanıyoruz ki bizzat Dr. Muammer Aksoy da, Batının «hukuk devleti» mücadelesinde, bir «Eduardo Busso» ya karşı belki 10 «Pablo Casals» gösterebilir.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Hukukçular ve Hukuk,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 26 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/656 ulaşıldı.