Seçmenlerle Kovalamaca

Başlık: 
Seçmenlerle Kovalamaca 
Kaynak: 
Halkçı (Yeni Ulus), "Amerika'dan Mektup" ss. 4, 5 
Tarih: 
1954-11-22 
Lokasyon: 
Milli Kütüphane 
Metin: 
Amerikadan mektup:

Seçmenlerle kovalamaca

“El sıkmaya gidince kaçarlar ama, gelemeyince de, bak elimizi sıkmaya bile gelmedi, derler" - Az fakat öz konuşan sendikacı - Nüfuzlu kapıcı.

Yazan: Bülend ECEVİT

İkinci Yazı (x)

AZ gittik, uz gittik, bir tepenin eteğinde bir toprak meydana vardık. Meydanın bir yanında yüksek demir parmaklıkların ardında, 2 büyük tuğla yapı vardı. Kumaş fabrikası orasıymış. Meydan sıra sıra otomobillerle doluydu. «Bu otomobiller kimin?» dedim. İşçilerinmiş. 1950 modelinden gerisi yoktu.

Adaylar bizim kaptıkaçtıdan daha sağlam bir otomobille geldikleri için bizden önce varmışlardı. Demir parmaklıkların önünde, bahçe kapısının yanıbaşında put gibi duruyorlardı. Ortada mahkeme kâtipliği adayı tavukçu T., sağında Saylav, solunda Senato adayı R.

R. nin karısı M., bana,

- Ben gelmiyeceğim, sen git, biraz gerilerinde durup seyret, dedi.

- Neyi seyredeyim? dedim

Put gibi duran üç adaydan başka ortada kimseler yoktu.

- Şimdi çıkacaklar, görürsün, dedi.

Neyi görüp neyi seyredeceğimi hâlâ anlıyamamıştım. Adayların yanına yaklaşınca sesini aljaltıp onlara da sordum:

- Şimdi ne olacak?

Tavukçu T. bana döndü. Kara kuru bir yüzü, keskin çizgili bir ağzı, madenî çerçeveli gözlüklerinin ardında cin gibi gözleri vardı. Uzunca boylu, ve zayıftı. O da sesini kısarak fısıldadı:

- El sıkılacak!

Saylav, bundan önce de adaylık ettiği için daha kaygısızdı. Bana dönüp çekinmeden konuşmaya başladı. Dünya siyasetinden, Türkiye'nin durumundan, Sovyet notalarından bahsettik.

Derken birdenbire T., saylavın kolunu dürttü:

- Geliyorlar, geliyorlar, dedi.

*

ÜÇ aday hemen sıraya girip kendilerine çeki düzen verdiler, ellerini önlerinde kavuşturup yüzlerine en geniş tebessümlerini kondurdular. Fabrikanın kapısından mavi işçi tulumları giymiş iki genç ve güzel kız çıkmış bahçe kapısına doğru geliyorlardı. İçimden,

- Herhalde bunlar olacak, deyip birkaç adım geriye çekildim.

İki işçi kız, adayların yüzüne bile bakmadan güle konuşa geçip gitmeye davrandılar. Mahkeme kâtipliği adayı tavukçu T. hemen atılıp kızların ikisini de kollarından yakaladı. Önce kendini, sonra Saylavı, sonra da Eyalet Senatosu adayını takdim etti. Hepsi hararetle kızların elini sıktılar. Hatırlarını sordular. Havaların güzelliğinden bahsettiler. Kızlar koşa koşa uzaklaşırken onlar hâlâ arkalarından lâf yetiştiriyorlardı.

Derken öbür işçiler toplu olarak çıkmaya başladılar.

Kadın erkek hepsi, bahçe kapısının yanına gelip de sıraya dizilmiş 3 kişiyi görünce hemen başlarını çevirip kaçmaya davranıyorlardı. Fakat tavukçu T., ele geçirebildiğini tavuk yakalar gibi kolundan yakalayıp öbür adayların önüne çekiyordu. Hepsi birer birer hararetle işçinin elini sıkıp hatırını soruyorlardı.

Öğle paydosunda evine gitmek için telâşlanan bu bir alay işçiden 40-50 sini böyle zorla yakalayıp ellerini sıktılar, yakalıyamadıklarına arkalarından haykırarak iltifat ettiler. İşçiler, T'nin bir başına yakalıyamıyacağı kadar kalabalıklaşınca, ağır başlı saylavla İngiliz asillerine benzeyen R. de peşlerinden koşmaya başlamıştı. Bazısı yakalandığı hâlde zorla kolunu çekip el sıkmadan, koşa koşa kaçıyordu. Sonradan öğrendiğime göre bu kaçanlar öbür partidenmiş.

İşçilerin ardı kesilince,

- Haydi, eczaneye! dediler.

O sırada M. de yanımıza dönmüştü:

- Eczaneye niçin gidiyoruz? diye sordum.

Etrafa bir göz attıktan sonra kulağıma eğilip fısıldadı:

- Burada kaçırdıklarını belki eczanede yakalıyabilirler!

*

ECZANELER Amerika'nın en önemli müesseselerinden biri. Her derdin devası orada. Eczanelerde küçük bir ilâç tezgâhından başka, her çeşit yemeğin yenilebildiği ve içkiden başka herşeyin içilebildiği büyük bir büfe, tütüncü, kırtasiyeci, incik boncuk, çanta bavul, eşarp mendil, fanila don, oyuncak, çanak çömlek, sahan leğen ibrik, ve elektrik malzemesi tezgâhları, kitap ve dergi rafları var. Onun için, hele böyle küçük yerlerde hayat, günün 24 saati açık olan bu eczanelerin etrafında dönüyor.

Nitekim işçi mahallesinin eczanesine vardığımızda da birkaç işçinin kapı yanındaki parmaklığa yaslanmış, ellerinde birer kokakola şişesiyle güneşlendiklerini gördük. Bizi görünce, duvara kıstırılmış kedi gibi kasıldılar. Bir ikisi nazlana nazlana elini uzattı. Biri, tam eli yakalanırken,

- Şimdi aklıma geldi, ben otobüse binecektim, deyip, o sırada hızır gibi imdadına yetişen bir otobüse, bir elinde kokakola şişesiyle atladı.

Bir başka Cumhuriyetçi, Saylavın uzattığı eli itip yürüdü gitti.

Fakat Saylavın da, öbür iki adayın da yüzlerinde aynı geniş tebessüm, bir ressam fırçasiyle ebedileştirilmiş gibi sabit, duruyordu.

İşçiler gittikten sonra, Fabrika Müdürlüğünü ziyaretten bahis açıldı. Çoğu patronlar gibi buradaki müdürler de Cumhuriyetçiymiş. Onları ziyaret ederken Demokrat işçiler tarafından görülmenin fayda ve mahzurlarını tartıştılar. Sonunda mahzurları üstün geldi. Tavukçu T.

- Ayıp olacak, bari ben gideyim, dedi.

Bana da sordu, gider misin diye. Gitmek istemediğimi belli edecek şekilde kekeledim. Meğer çok iyi politika yapmışım! Sonradan M., bu hareketimi pek yerinde bulduğunu söyledi.

M., her rastladığında birini soruyordu.

- Kim bu aradığınız? dedim.

- Buradaki işçilerden biri kocamın rakibi, yani Cumhuriyetçilerin Senato adayı.. Onu nerede bulabileceğimizi soruyorum.

- Onun elini neden sıkacaklar?

- Onun elini sen sıkacaksın!

Meğer beraberlerinde getirdikleri yabancı gazetecinin yalnız kendileri için gelmediğini, genel olarak Amerikan politikasiyle ilgilendiğini göstermek için, her iki taraf liderleriyle tanıştırılmam siyasi bakımından daha uygun olurmuş.

*

NİHAYET Cumhuriyetçi adayın evine kadar gittik. Evinde de yokmuş. Karısiyle görüşüp, eşine yabancı gazetecinin selâm ve saygılarını ulaştırmasını rica ettik.

Adaylar bizi, Sendika Genel Sekreterinin odasında bekliyorlardı. Genel Sekreter, zeki yüzlü, gençten bir adamdı. Bizden olmasına rağmen nazlana nazlana ayağa kalktı, iskemlelere bile kendisi buyur etmeden oturduk. Meğer bu da politika gereğiymiş. Biz girdiğimizde yanında bulunan bir Cumhuriyetçi çıkınca açıldı.

Genel Sekreter az fakat öz konuşuyordu. İşte bir misal:

M. kendisine dedi ki,

— Gazeteci arkadaşımıza fabrika hakkında en geniş bilgiyi sizden alabileceğini söylemiştim, kendisine tafsilât verir misiniz?

Genel Sekreter iskemlesinde arkaya kaykıldı, düşündü taşındı, çenesini kaşıdı, nihayet şu tafsilâtı verdi:

— Bu fabrikada pamuklu kumaş yapılır!

Fakat ağzından güçlükle lâf alınan bu adam, fabrikadaki işçilerin durumuyla ilgili bir konu açılınca hemen ateşleniveriyordu.

Genel Sekreterin de yanından ayrıldıktan sonra, yarım saat fabrika kapıcısını aradık. Burada en önemli siyasi şahsiyet o imiş. Bütün işçilerin içini dışını bilir, siyasi konularda da bütün işçiler gelip ona danışırlarmış. İşçiler üzerinde büyük telkin kuvveti varmış. Nice aradıktan sonra kendisini nöbetçi kulübelerinden birinde bulduk. Tatlı yüzlü bir ihtiyardı. Genel Sekreterden de az konuşuyor, hiç bir meseleden ateşlenmiyordu. Adaylar kendisine harıl harıl bir şeyler anlatırken, o, "biz bunları çok dinledik" gibilerden tatlı tatlı gülümsüyordu. Nihayet kapıcı, senato adayı R. ye dönüp dört kelime söyledi:

- Bugüne kadar neye görünmedin?

R. birkaç defa geldiğini tarihleriyle söyledi, ancak hiçbir seferinde kendisini bulamadığını anlatarak özür diledi.

Kapıcı,

— Öyleyse mesele yok, dedi, ve durumunun pek ümitsiz olmadığını ima eder birkaç kelime daha ilâve etti.

Aday R.

— Seçim sabahı kaçta geleyim? diye sordu.

Kapıcı,

— İşçiler 6 da iş başı yaparlar dedi.

— Öyleyse ben de 5.30 da buradayım!

İhtiyar kapıcıdan, başta Saylav olmak üzere hepimiz, önünde eğilip hararetle elini sıkarak ayrıldık. Ayrılırken M., kapıcının eline bazı gazete ve broşürler sıkıştırarak bunları işçilere dağıtmasını rica etti.

— İşçilerin hemen hepsi el sıkmaktan sıkılıyor, hattâ kaçıyordu; ona rağmen adaylar niçin buraya kadar gelip de el sıkmakta ısrar ediyorlar?

— El sıkmaya gelince kaçarlar ama, gelmeyince de «bak elimizi sıkmaya bile gelmedi, onun nesine oy vereceğiz» derler, dedi.

Ve ihtiyar kapıcının, bu kadar el sıkmayı bile az görerek R. ye çıkıştığını hatırlattı.

Üçüncü Yazı: İstanbul'lu Rum Kızı

---------

(x) Birinci yazı 20 Kasım tarihli Halkçı'da çıkmıştır. 

Dosyalar

1954.11.22.jpg
1954.11.22_B1.jpg
1954.11.22_A.jpg
1954.11.22_B2.jpg
1954.11.22_B.txt

Koleksiyon

Alıntı

“Seçmenlerle Kovalamaca,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/322 ulaşıldı.