Hürriyet ve Basın
Başlık:
Hürriyet ve Basın
Kaynak:
Ulus, ss. 1, 5
Tarih:
1960-06-06
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi / Atatürk Kitaplığı
Metin:
Hürriyet ve basın
Bülent ECEVİT
— ULUS —
Son yıllarda hürriyetsizliğin acısını gazetecilerden çok duyan olmamıştı. Şimdi de hürriyetin tadına gazetecilerden çok varan olmasa gerektir.
Birçok işler vardır ki hürriyet olmadan da, iyi veya kötü, yapılabilir. Hürriyetsiz, insanın içi istemese bile, yemek de yenebilir, sıkıntılı da olsa uyku uyunabilir, unutmak için de olsa hattâ ara sıra eğleninebilir. Kısacası, hürriyetsiz, haysiyetli insanlar için yaşamak sayılamasa da, yaşanabilir.
Ama hürriyetsiz gazetecilik yapılamaz. Daha doğrusu, hürriyetsiz gazetecilik, gazetecilik olamaz.
Onun için, son 5-6 yıldır Türkiye'de bir dereceye kadar olsun gazetecilik, gerçek gazetecilik, yapılabilmiş olması, bir bakıma mucize sayılsa, tarih boyunca dar zamanlarda Türk milletinin yarattığı mucizelerden biri sayılsa, yeridir.
İçerden ve dışardan «Türkiye'de basın hürriyeti yoktur» haykırışlarına karşı, eski iktidar, bazı gazete ve dergilerin bazı yazılarından örnekler verir, ve,
— «Bunların yazılabildiği bir memlekette basın hürriyeti olmadığı nasıl ileri sürülebilir?.»
derdi.
Oysa o yazıların yazılabilmesi, Türkiye'de basın hürriyeti bulunması sayesinde değil, basın hürriyetinin zerresi bulunmamasına rağmen mümkün oluyordu.
Eski iktidarca,
— «Bunların yazılabildiği bir memlekette basın hürriyeti olmadığı nasıl ileri sürülebilir?,»
diye gösterilen yazılardan her biri için, gazeteciler, o yazıyı yazandan yazıyı bastıranlara kadar birçok gazeteciler, hayatlarından birer veya birkaçar yılı ortaya koyuyorlardı. Hapse girmeyi göze alıyor ve giriyorlardı. Onbinlerce lira para cezası ödemeyi göze alıyor ve ödüyorlardı. Gazete olarak kapanmayı göze alıyor ve kapanıyorlardı. Kapalı kaldıkları her ay, hiç bir kazanç elde etmeksizin, bütün gazete ve matbaa personelinin aylıklarını, vergilerini, kiralık yerde iseler kiralarını ödüyorlardı.
Niçin bu gazeteciler bunca fedakârlığa katlanıyorlardı?.. Şüphesiz hürriyet için, şüphesiz haysiyetli insanlar oldukları için! Ama bunların da üstünde, gazeteci oldukları, gerçek gazeteci oldukları için!
Balığa,
— «Denizde yüzersen her yanın oltalarla, ağlarla çevrilidir, yakalanır, can verirsin!,
deseniz, diyebilseniz, balık yüzmekten; kuşa ,
— Havada uçarsan her köşe avcılarla doludur, vurulur düşersin!, deseniz ,diyebilseniz, kuş uçmaktan, vaz geçirilebilir mi?
Yüzmek balığın, uçmak kuşun ödevidir. Ödevden de öte, tabiatlarının gereğidir.
Tıpkı bunun gibi, toplum hayatının günlük akışı içinde öğrendiği, doğruluğuna inandığı, haber değeri bulduğu olayları bildirmek, bunlar üzerinde müsbet veya menfî, düşüncelerini yazmak da, gazetecinin, gerçek gazetecinin -herhangi bir iş olarak, herhangi bir kazanç yolu olarak gazeteciliği seçmişlerin değil de, gazeteci olmak üzere doğdukları için gazeteci olanların- ödevidir, tabiatlarının gereğidir.
17. yüzyıl İtalyasında, güneşin dünya çevresinde değil de dünyanın güneş çevresinde döndüğünü ileri sürmek, suçların, günâhların en büyüklerinden biri idi. Böyle bir iddiada bulunduğu için insanı, Engizisyon, ölüme mahkûm edebilirdi. 17. yüzyıl İtalyasında bir Galillei'nin çıkıp,
— Güneş dünyanın değil, dünya güneşin çevresinde döner!, diyebilmesi, diye haykırabilmesi, o çağın İtalyasında böyle bir düşünceyi açığa vurma ve savunma hürriyetinin bulunmasından değil, Galillei gibi bir gerçek bilim adamının, inandığı gerçekleri açıklamaktan, ölüm tehdidi karşısında bile yılmasının, kaçınmasının imkânsız oluşundan, bunun gerçek bilim adamı tabiatı ile bağdaşmaz oluşundandı.
Tabiatla ilgili gerçekleri söylememiye razı olabilmek gerçek bilim adamı için ne kadar imkânsızsa, toplum hayatının günlük akışına ait gözlemlerini yazmamıya, yazı ile, resimle, çizgiyle açıklamamıya razı olabilmek de gerçek gazeteci için o kadar imkânsızdır.
Türk basının, dolayısı ile Türk toplumunun bir talihi -şüphesiz, geçmiş iktidarın da bir talihsizliği- Türk gazetecileri arasında büyük çoğunluğun gerçek gazeteci olmalarında idi; doğru bildiklerini yazmaktan, çizmekten, basmaktan kendi kendilerini alıkoyamamağa, doğru bildiklerini yazıp çizebilmek, basıp yayabilmek uğrunda her tehlikeyi, her cezayı göze almağa, doğuştan, yaradılışdan mecbur, hattâ mahkûm kimseler bulunmalarında idi.
Onun içindir ki Türkiye'de basın hürriyeti hukuken yıllar önce yok edildiği hâlde, ancak basın hürriyeti bulunan memleketleri üyeliğe kabul eden bir Milletlerarası Basın Enstitüsü, Türk basınını üyelikten çıkarmak şöyle dursun, bir yandan Türkiye'de basın hürriyeti yokluğunu protesto ederken, bir yandan da Türk basınına üyeleri arasında en itibarlı yeri veriyordu. Basın hürriyetinin hukuken yok olduğu bir memlekette Türk gazetecilerinin, sanki hürriyet hâlâ varmış gibi ödevlerine devam edişleri, ve bu yüzden, yerdeki nişan almış avcıları bile bile havalanıp bir bir vurulan ve düşen kuşlar gibi bir bir yakalanıp hapse atılmayı göze alışları, onlara ve Türk milletine, hür dünyada büyük şeref getiriyordu.
Hürriyet uğrunda her tehlikeyi, her fedakârlığı göze alan gazeteci, şüphesiz, ayni zamanda, hürriyete lâyık gazetecidir. Onun için, bugün kavuşulan hürriyeti, Türk basınının, Türk basın topluluğundaki gerçek gazetecilerin, iyi kullanacaklarından, toplum yararına, memleket yararına kullanacaklarından şüphe edilemez.
Hürriyet lâyık olmanın bir ölçüsü, hür bırakıldığı ölçüde kendi kendini disiplinleyebilme gücüdür. 27 Mayıs ihtilâlinden bu yana millet bu gücü göstermiştir; bu milletin eseri ve parçası olan basın da elbette bu gücü göstermekte ve gösterecektir.
Birçok toplum müesseselerimiz ve bütün hürriyetlerimiz, hoyrat ellerin talan ettiği bir bahçedeki fidanlar gibi köklerinden koparılmış, ezilip kırılmıştı. Önümüzdeki aylarda bu müesseselerin ve bütün hürriyetlerin, bir bir kurtarılıp kökleştirilmesine, verimli hâle getirilmesine, harap olmuş bir bahçeyi namuslu ve ihtimamlı bir bahçivan ihtimamıyla canlandırmağa uğraşır gibi uğraşılacak, uğraşılması gerekecek bir devredir.
Kurtarılan bütün hürriyetlerin, ve başta basın hürriyetinin korunmasında, şimdi Türk gazecilerine de büyük ödev düşmektedir.
Bütün hürriyetlerimiz gibi, basın hürriyetimizi de sonunda kurtaran medeniyetçi ve hürriyetçi büyük Türk Ordusu olmuştur. Daha idareyi ele geçirdiği anda, Ordu, basına,
— Hürsün!,
demiştir.
Şimdi kazandığı hürriyet, Türk gazetecisine, bu şerefli Ordunun emanetidir.
Hükûmet kontrolünü yıllarca ve her tehlikeye, her acıya katlanarak reddetmesini bilen haysiyetli Türk gazetecisi, gerçek Türk gazetecisi, şimdi elbette bu emaneti korumasını, ona lâyık olamasını ve hürriyet içinde kendi kendini kontrol etmesini de bilecektir.
Bülent ECEVİT
Bülent ECEVİT
— ULUS —
Son yıllarda hürriyetsizliğin acısını gazetecilerden çok duyan olmamıştı. Şimdi de hürriyetin tadına gazetecilerden çok varan olmasa gerektir.
Birçok işler vardır ki hürriyet olmadan da, iyi veya kötü, yapılabilir. Hürriyetsiz, insanın içi istemese bile, yemek de yenebilir, sıkıntılı da olsa uyku uyunabilir, unutmak için de olsa hattâ ara sıra eğleninebilir. Kısacası, hürriyetsiz, haysiyetli insanlar için yaşamak sayılamasa da, yaşanabilir.
Ama hürriyetsiz gazetecilik yapılamaz. Daha doğrusu, hürriyetsiz gazetecilik, gazetecilik olamaz.
Onun için, son 5-6 yıldır Türkiye'de bir dereceye kadar olsun gazetecilik, gerçek gazetecilik, yapılabilmiş olması, bir bakıma mucize sayılsa, tarih boyunca dar zamanlarda Türk milletinin yarattığı mucizelerden biri sayılsa, yeridir.
İçerden ve dışardan «Türkiye'de basın hürriyeti yoktur» haykırışlarına karşı, eski iktidar, bazı gazete ve dergilerin bazı yazılarından örnekler verir, ve,
— «Bunların yazılabildiği bir memlekette basın hürriyeti olmadığı nasıl ileri sürülebilir?.»
derdi.
Oysa o yazıların yazılabilmesi, Türkiye'de basın hürriyeti bulunması sayesinde değil, basın hürriyetinin zerresi bulunmamasına rağmen mümkün oluyordu.
Eski iktidarca,
— «Bunların yazılabildiği bir memlekette basın hürriyeti olmadığı nasıl ileri sürülebilir?,»
diye gösterilen yazılardan her biri için, gazeteciler, o yazıyı yazandan yazıyı bastıranlara kadar birçok gazeteciler, hayatlarından birer veya birkaçar yılı ortaya koyuyorlardı. Hapse girmeyi göze alıyor ve giriyorlardı. Onbinlerce lira para cezası ödemeyi göze alıyor ve ödüyorlardı. Gazete olarak kapanmayı göze alıyor ve kapanıyorlardı. Kapalı kaldıkları her ay, hiç bir kazanç elde etmeksizin, bütün gazete ve matbaa personelinin aylıklarını, vergilerini, kiralık yerde iseler kiralarını ödüyorlardı.
Niçin bu gazeteciler bunca fedakârlığa katlanıyorlardı?.. Şüphesiz hürriyet için, şüphesiz haysiyetli insanlar oldukları için! Ama bunların da üstünde, gazeteci oldukları, gerçek gazeteci oldukları için!
Balığa,
— «Denizde yüzersen her yanın oltalarla, ağlarla çevrilidir, yakalanır, can verirsin!,
deseniz, diyebilseniz, balık yüzmekten; kuşa ,
— Havada uçarsan her köşe avcılarla doludur, vurulur düşersin!, deseniz ,diyebilseniz, kuş uçmaktan, vaz geçirilebilir mi?
Yüzmek balığın, uçmak kuşun ödevidir. Ödevden de öte, tabiatlarının gereğidir.
Tıpkı bunun gibi, toplum hayatının günlük akışı içinde öğrendiği, doğruluğuna inandığı, haber değeri bulduğu olayları bildirmek, bunlar üzerinde müsbet veya menfî, düşüncelerini yazmak da, gazetecinin, gerçek gazetecinin -herhangi bir iş olarak, herhangi bir kazanç yolu olarak gazeteciliği seçmişlerin değil de, gazeteci olmak üzere doğdukları için gazeteci olanların- ödevidir, tabiatlarının gereğidir.
17. yüzyıl İtalyasında, güneşin dünya çevresinde değil de dünyanın güneş çevresinde döndüğünü ileri sürmek, suçların, günâhların en büyüklerinden biri idi. Böyle bir iddiada bulunduğu için insanı, Engizisyon, ölüme mahkûm edebilirdi. 17. yüzyıl İtalyasında bir Galillei'nin çıkıp,
— Güneş dünyanın değil, dünya güneşin çevresinde döner!, diyebilmesi, diye haykırabilmesi, o çağın İtalyasında böyle bir düşünceyi açığa vurma ve savunma hürriyetinin bulunmasından değil, Galillei gibi bir gerçek bilim adamının, inandığı gerçekleri açıklamaktan, ölüm tehdidi karşısında bile yılmasının, kaçınmasının imkânsız oluşundan, bunun gerçek bilim adamı tabiatı ile bağdaşmaz oluşundandı.
Tabiatla ilgili gerçekleri söylememiye razı olabilmek gerçek bilim adamı için ne kadar imkânsızsa, toplum hayatının günlük akışına ait gözlemlerini yazmamıya, yazı ile, resimle, çizgiyle açıklamamıya razı olabilmek de gerçek gazeteci için o kadar imkânsızdır.
Türk basının, dolayısı ile Türk toplumunun bir talihi -şüphesiz, geçmiş iktidarın da bir talihsizliği- Türk gazetecileri arasında büyük çoğunluğun gerçek gazeteci olmalarında idi; doğru bildiklerini yazmaktan, çizmekten, basmaktan kendi kendilerini alıkoyamamağa, doğru bildiklerini yazıp çizebilmek, basıp yayabilmek uğrunda her tehlikeyi, her cezayı göze almağa, doğuştan, yaradılışdan mecbur, hattâ mahkûm kimseler bulunmalarında idi.
Onun içindir ki Türkiye'de basın hürriyeti hukuken yıllar önce yok edildiği hâlde, ancak basın hürriyeti bulunan memleketleri üyeliğe kabul eden bir Milletlerarası Basın Enstitüsü, Türk basınını üyelikten çıkarmak şöyle dursun, bir yandan Türkiye'de basın hürriyeti yokluğunu protesto ederken, bir yandan da Türk basınına üyeleri arasında en itibarlı yeri veriyordu. Basın hürriyetinin hukuken yok olduğu bir memlekette Türk gazetecilerinin, sanki hürriyet hâlâ varmış gibi ödevlerine devam edişleri, ve bu yüzden, yerdeki nişan almış avcıları bile bile havalanıp bir bir vurulan ve düşen kuşlar gibi bir bir yakalanıp hapse atılmayı göze alışları, onlara ve Türk milletine, hür dünyada büyük şeref getiriyordu.
Hürriyet uğrunda her tehlikeyi, her fedakârlığı göze alan gazeteci, şüphesiz, ayni zamanda, hürriyete lâyık gazetecidir. Onun için, bugün kavuşulan hürriyeti, Türk basınının, Türk basın topluluğundaki gerçek gazetecilerin, iyi kullanacaklarından, toplum yararına, memleket yararına kullanacaklarından şüphe edilemez.
Hürriyet lâyık olmanın bir ölçüsü, hür bırakıldığı ölçüde kendi kendini disiplinleyebilme gücüdür. 27 Mayıs ihtilâlinden bu yana millet bu gücü göstermiştir; bu milletin eseri ve parçası olan basın da elbette bu gücü göstermekte ve gösterecektir.
Birçok toplum müesseselerimiz ve bütün hürriyetlerimiz, hoyrat ellerin talan ettiği bir bahçedeki fidanlar gibi köklerinden koparılmış, ezilip kırılmıştı. Önümüzdeki aylarda bu müesseselerin ve bütün hürriyetlerin, bir bir kurtarılıp kökleştirilmesine, verimli hâle getirilmesine, harap olmuş bir bahçeyi namuslu ve ihtimamlı bir bahçivan ihtimamıyla canlandırmağa uğraşır gibi uğraşılacak, uğraşılması gerekecek bir devredir.
Kurtarılan bütün hürriyetlerin, ve başta basın hürriyetinin korunmasında, şimdi Türk gazecilerine de büyük ödev düşmektedir.
Bütün hürriyetlerimiz gibi, basın hürriyetimizi de sonunda kurtaran medeniyetçi ve hürriyetçi büyük Türk Ordusu olmuştur. Daha idareyi ele geçirdiği anda, Ordu, basına,
— Hürsün!,
demiştir.
Şimdi kazandığı hürriyet, Türk gazetecisine, bu şerefli Ordunun emanetidir.
Hükûmet kontrolünü yıllarca ve her tehlikeye, her acıya katlanarak reddetmesini bilen haysiyetli Türk gazetecisi, gerçek Türk gazetecisi, şimdi elbette bu emaneti korumasını, ona lâyık olamasını ve hürriyet içinde kendi kendini kontrol etmesini de bilecektir.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Hürriyet ve Basın,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1179 ulaşıldı.