Sansürlü Meclis
Başlık:
Sansürlü Meclis
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 13135, ss. 1, 6
Tarih:
1960-02-24
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Sansürlü Meclis
Bülent ECEVİT
Bir toplumun sıhhatli kalabilmesi için, o toplumda gerçeklerin vefa bazı kimselerce gerçek diye bilinenlerin, çekinilmeden söylenebileceği bir tek yer olsun bırakılmalıdır!
Nasıl, kendi hayatıyla veya iç âlemiyle ilgili gerçekleri kendi kendinden saklıyan kimse ruh hastası olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunursa, gerçeklere kulakları tıkanan, gerçeklerin söylenmesi imkânı bütün bütün kaldırılan bir toplum da, gelişemez, kendi hastalıklarını iyileştiremez, kendi yetersizliklerini gideremez duruma düşürülmüş olur.
Gerçeklerin, veya bazı kimselerce gerçek diye bilinenlerin, açık açık söylenebilmesi, toplum yapısını sıhhatli tutabilmek için, topluma serbest gelişme imkânı kazandırabilmek için o kadar şarttır ki, örneğin İngilterede, gazeteler hemen her şeyi yazabildiği, milletvekilleri Parlâmentoda her şeyi söyliyebildiği halde, düşüncelerini, inançlarını müesseseler yahut dernekler yoluyla dile getiremiyecek kadar azınlıkta bulunanların veya kafa dengesi pek yerinde olmayanların da gerçek diye bildikleri içlerinde kalmasın diye, Hyde Park'ın bir köşesi ayrılmıştır. O köşedeki kürsüden serbestçe söylenemiyecek ve serbestçe dinlenemiyecek söz yoktur. O köşede dile getirilen en aykırı düşüncelerin, söylenen en uygunsuz sözlerin en ağır cezası alaylı kahkahalardan ibarettir.
Bir toplum, beyenmediği, en aykırı bulduğu düşüncelere bile kulak verebilecek ve böyle düşüncelere en sert tepkisi gülüp geçmekten ibaret kalabilecek kadar geniş görüşlü ise, sıhhatli toplumdur. Naziklikten başka siyasal akıma ifade imkânı vermeyen Hitler Almanyasını, Nazilik dahil bütün akımlara ifade serbestliği tanıyan İngiltere, bu yoldan kazandığı sıhhatle yenebilmiştir.
Türk toplumu için bugün en büyük tehlike, gerçekleri söyleyebilme imkânlarının gitgide daraltılmasından, hattâ bir noktada büsbütün ortadan kaldırılmasından doğmaktadır.
Basında, Devlet idaresine ait bazı yolsuzlukları ispat ebilecek durumda bile olsanız açıklayamazsınız. Canınıza kastedildiğini bilseniz, bir yayın yasağı ile bunu açığa vurmaktan alıkonulursunuz. Hiç bir müdahalede bulunmayan emniyet kuvetlerinin gözleri önünde matbaanıza tecavüz edilse, kundak atılsa, yayın yasağı yüzünden, kendi gazetenizde bunu yazamazsınız. Kendi memleketimiz hakkında dost ve müttefik memleketler basınının neler düşünüp yazdığını, eğer yazılanlar iktidarın aleyhinde ise Türk basını yoluyla bu memleket halkına duyuramazsınız.
Muhalifseniz alanlarda konuşturulmazsınız. Memleket gerçeklerini, kendi görüşünüzce gerçek olanları, kendi partinizden olmayanlara anlatamazsınız. Ancak kendi partililerinizle, yani zaten sizin gibi düşünenlerle, zaten sizin bildiklerinizden çoğunu bilenlerle, kongre salonlarında, kapalı kapılar ardında konuşabilirseniz. Orada bile, iktidarın hoşuna gitmeyen gerçekleri, daha ağzınızdan çıkarken söylemenize engel olacak hükümet komiserleri vardır.
Gerçeklerin açık açık söylenebileceği yer olarak, kala kala bir Meclis kalıyordu.
Şimdi orada da bir çok gerçekler söylenemiyor. Söylense de söylenmemiş sayılıyor.
Basına, yayın yasağı yetkisinin kötüye kullanılması yoluyla giren sansür, Millet Meclisine de, zabıttan çıkarma yetkisi yoluyla girmiştir.
Anayasaya göre bir milletvekili Meclis kürsüsünden, başka hiç bir yerde söylemesine imkân bırakılmamış gerçekleri veya kendi gerçek bildiklerini, söyleyebilir. Ama bugün, söyledikleri iktidarın hoşuna gitmezse, işine gelmezse, söylenmemiş sayılmakta, zabıttan çıkarılmaktadır.
Anayasa, «Hiç bir mebus Meclis dahilindeki rey ve mütalâasından ve beyanatından... dolayı mesul değildir», «Meclis müzakeratı âlenidir ve harfiyen neşrolunur» der. Fakat Demokrat Parti iktidarı, İçtüzüğe koyduğu bir hükümle, bu Anayasa hükümlerini fiilen iptal etmiş, ve Başkana, iktidarın hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen sözleri zabıttan çıkarma imkânını vermiştir. Gerçi, D.P. iktidarının İçtüzüğe kendi koyduğu hükme göre, zabıttan çıkarılabilecek olanlar, ancak, «galiz, müstehcen sözler», ve «elfazı tahkiriye»dir. Ama tatbikatta, Bakanların, iktidar partisinden milletvekillerinin muhalefte kürsüden ettikleri küfürlerin, hakaretlerin hemen hiç biri Başkanlıkça «galiz, müstehcen sözler» veya «elfazı tahkiriye» sayılmadığı halde, muhalif milletvekillerinin hiç bir «galiz, müstehcen söz» veya «elfazı tahkiriye» kullanmaksızın kürsüden söyledikleri, iktidarın, hükümetin hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen sözler, gerçekler, zabıttan çıkarılmaktadır. Bunun için Başkan, Anayasa da, İçtüzüğün değişmiş hükümlerine de aykırı olarak, iktidar grupundan öylesine geniş yetki almaktadır ki, muhalif milletvekillerinin bütün söylediklerini dilediği gibi kesip biçebilmektedir. Sansürlü memleketlerdeki en insafsız sansür memurlarının gazeteler için bile yapmıyacağı ölçüde, Meclis konuşmalarını sansür etmektedir.
Suphi Baykam'ın Bütçe üzerindeki konuşmasının başına gelen budur. Konuşması açıkça sansür edilmiştir.
Türkiye'de fiili sansür müessessi, basın hürriyetini boğduktan sosra, Büyük Millet Meclisinin içine kadar girmiştir.
Böylece artık Türkiye'de, gerçeklerin, iktidarına işine gelmeyen gerçeklerin, yani memeleket hesabına asıl söylenmesi gereken gerçeklerin, söylenebileceği bir tek yer bile kalmamıştır.
Anayayasa göre kürsüsünden her şeyin söylenebileceği ve hiç bir söylenenin suç olamıyacağı, zabıttan çıkarılamıyacağı Büyük Millet Meclisine bile sansür girdikten sonra, Türkiye artık, sıhhatli bir toplum olabilmek, kendi hastalıklarını iyileştirebilmek, kendi yetersizliklerini giderebilmek imkânından bütün bütün yoksun kalabileceği bir hale getirilmiş olmaktadır.
Toplumumuzun sıhhatli bir yapıya, serbestçe gelişebilme imkânına yeniden kavuşturulabilmesi için birinci şart, gerçeklerin söylenebilmesine karşı Meclis içine kadar sokulmuş bu engellerin bir an önce yıkılmasıdır. Bu engellerin yıkılabilmesi için de tek şart Demokrat Partinin bir an önce iktidardan indirilmesidir.
Sansürlü Meclis
Bülent ECEVİT
Bir toplumun sıhhatli kalabilmesi için, o toplumda gerçeklerin vefa bazı kimselerce gerçek diye bilinenlerin, çekinilmeden söylenebileceği bir tek yer olsun bırakılmalıdır!
Nasıl, kendi hayatıyla veya iç âlemiyle ilgili gerçekleri kendi kendinden saklıyan kimse ruh hastası olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunursa, gerçeklere kulakları tıkanan, gerçeklerin söylenmesi imkânı bütün bütün kaldırılan bir toplum da, gelişemez, kendi hastalıklarını iyileştiremez, kendi yetersizliklerini gideremez duruma düşürülmüş olur.
Gerçeklerin, veya bazı kimselerce gerçek diye bilinenlerin, açık açık söylenebilmesi, toplum yapısını sıhhatli tutabilmek için, topluma serbest gelişme imkânı kazandırabilmek için o kadar şarttır ki, örneğin İngilterede, gazeteler hemen her şeyi yazabildiği, milletvekilleri Parlâmentoda her şeyi söyliyebildiği halde, düşüncelerini, inançlarını müesseseler yahut dernekler yoluyla dile getiremiyecek kadar azınlıkta bulunanların veya kafa dengesi pek yerinde olmayanların da gerçek diye bildikleri içlerinde kalmasın diye, Hyde Park'ın bir köşesi ayrılmıştır. O köşedeki kürsüden serbestçe söylenemiyecek ve serbestçe dinlenemiyecek söz yoktur. O köşede dile getirilen en aykırı düşüncelerin, söylenen en uygunsuz sözlerin en ağır cezası alaylı kahkahalardan ibarettir.
Bir toplum, beyenmediği, en aykırı bulduğu düşüncelere bile kulak verebilecek ve böyle düşüncelere en sert tepkisi gülüp geçmekten ibaret kalabilecek kadar geniş görüşlü ise, sıhhatli toplumdur. Naziklikten başka siyasal akıma ifade imkânı vermeyen Hitler Almanyasını, Nazilik dahil bütün akımlara ifade serbestliği tanıyan İngiltere, bu yoldan kazandığı sıhhatle yenebilmiştir.
Türk toplumu için bugün en büyük tehlike, gerçekleri söyleyebilme imkânlarının gitgide daraltılmasından, hattâ bir noktada büsbütün ortadan kaldırılmasından doğmaktadır.
Basında, Devlet idaresine ait bazı yolsuzlukları ispat ebilecek durumda bile olsanız açıklayamazsınız. Canınıza kastedildiğini bilseniz, bir yayın yasağı ile bunu açığa vurmaktan alıkonulursunuz. Hiç bir müdahalede bulunmayan emniyet kuvetlerinin gözleri önünde matbaanıza tecavüz edilse, kundak atılsa, yayın yasağı yüzünden, kendi gazetenizde bunu yazamazsınız. Kendi memleketimiz hakkında dost ve müttefik memleketler basınının neler düşünüp yazdığını, eğer yazılanlar iktidarın aleyhinde ise Türk basını yoluyla bu memleket halkına duyuramazsınız.
Muhalifseniz alanlarda konuşturulmazsınız. Memleket gerçeklerini, kendi görüşünüzce gerçek olanları, kendi partinizden olmayanlara anlatamazsınız. Ancak kendi partililerinizle, yani zaten sizin gibi düşünenlerle, zaten sizin bildiklerinizden çoğunu bilenlerle, kongre salonlarında, kapalı kapılar ardında konuşabilirseniz. Orada bile, iktidarın hoşuna gitmeyen gerçekleri, daha ağzınızdan çıkarken söylemenize engel olacak hükümet komiserleri vardır.
Gerçeklerin açık açık söylenebileceği yer olarak, kala kala bir Meclis kalıyordu.
Şimdi orada da bir çok gerçekler söylenemiyor. Söylense de söylenmemiş sayılıyor.
Basına, yayın yasağı yetkisinin kötüye kullanılması yoluyla giren sansür, Millet Meclisine de, zabıttan çıkarma yetkisi yoluyla girmiştir.
Anayasaya göre bir milletvekili Meclis kürsüsünden, başka hiç bir yerde söylemesine imkân bırakılmamış gerçekleri veya kendi gerçek bildiklerini, söyleyebilir. Ama bugün, söyledikleri iktidarın hoşuna gitmezse, işine gelmezse, söylenmemiş sayılmakta, zabıttan çıkarılmaktadır.
Anayasa, «Hiç bir mebus Meclis dahilindeki rey ve mütalâasından ve beyanatından... dolayı mesul değildir», «Meclis müzakeratı âlenidir ve harfiyen neşrolunur» der. Fakat Demokrat Parti iktidarı, İçtüzüğe koyduğu bir hükümle, bu Anayasa hükümlerini fiilen iptal etmiş, ve Başkana, iktidarın hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen sözleri zabıttan çıkarma imkânını vermiştir. Gerçi, D.P. iktidarının İçtüzüğe kendi koyduğu hükme göre, zabıttan çıkarılabilecek olanlar, ancak, «galiz, müstehcen sözler», ve «elfazı tahkiriye»dir. Ama tatbikatta, Bakanların, iktidar partisinden milletvekillerinin muhalefte kürsüden ettikleri küfürlerin, hakaretlerin hemen hiç biri Başkanlıkça «galiz, müstehcen sözler» veya «elfazı tahkiriye» sayılmadığı halde, muhalif milletvekillerinin hiç bir «galiz, müstehcen söz» veya «elfazı tahkiriye» kullanmaksızın kürsüden söyledikleri, iktidarın, hükümetin hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen sözler, gerçekler, zabıttan çıkarılmaktadır. Bunun için Başkan, Anayasa da, İçtüzüğün değişmiş hükümlerine de aykırı olarak, iktidar grupundan öylesine geniş yetki almaktadır ki, muhalif milletvekillerinin bütün söylediklerini dilediği gibi kesip biçebilmektedir. Sansürlü memleketlerdeki en insafsız sansür memurlarının gazeteler için bile yapmıyacağı ölçüde, Meclis konuşmalarını sansür etmektedir.
Suphi Baykam'ın Bütçe üzerindeki konuşmasının başına gelen budur. Konuşması açıkça sansür edilmiştir.
Türkiye'de fiili sansür müessessi, basın hürriyetini boğduktan sosra, Büyük Millet Meclisinin içine kadar girmiştir.
Böylece artık Türkiye'de, gerçeklerin, iktidarına işine gelmeyen gerçeklerin, yani memeleket hesabına asıl söylenmesi gereken gerçeklerin, söylenebileceği bir tek yer bile kalmamıştır.
Anayayasa göre kürsüsünden her şeyin söylenebileceği ve hiç bir söylenenin suç olamıyacağı, zabıttan çıkarılamıyacağı Büyük Millet Meclisine bile sansür girdikten sonra, Türkiye artık, sıhhatli bir toplum olabilmek, kendi hastalıklarını iyileştirebilmek, kendi yetersizliklerini giderebilmek imkânından bütün bütün yoksun kalabileceği bir hale getirilmiş olmaktadır.
Toplumumuzun sıhhatli bir yapıya, serbestçe gelişebilme imkânına yeniden kavuşturulabilmesi için birinci şart, gerçeklerin söylenebilmesine karşı Meclis içine kadar sokulmuş bu engellerin bir an önce yıkılmasıdır. Bu engellerin yıkılabilmesi için de tek şart Demokrat Partinin bir an önce iktidardan indirilmesidir.
Koleksiyon
Alıntı
“Sansürlü Meclis,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1151 ulaşıldı.