DP İktidarının Orta Doğu Siyaseti
Başlık:
DP İktidarının Orta Doğu Siyaseti
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-07-18
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
BÜLENT ECEViT
D.P. iktidarının O.Doğu siyaseti
BUNDAN önceki yazımızda, Amerika'nın Lübnan'a asker çıkarmasının boşluğunu, faydasızlığını, tehlikelerini belirtmeğe çalışmıştık
Fakat çıkartmanın asıl hüzün verici, yönü, Birleşmiş Milletler otoritesine karşı gelinmesidir.
Başkan Eisenhower çıkartma hareketini Kongereye izah ederken, tarafsız Birleşmiş Mîlletler Gözlemcilerinin Lübnan'daki durum hakkında vardığı yargıları hiçe saymış, inkâr etmiştir. Birleşmiş Milletler Gözlemciler Kurulu, Lübnan'daki muhaliflerin dışardan yardım gördüklerine, hele muhalif kuvvetler arasında yabancı unsurlar bulunduğuna dair hiç bir delil elde edemediğini, bu kuvvetler elindeki silâhların İngiliz ve Fransız yapısı olduğunu açıkladıktan, durumu yerinde inceleyen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de «Lübnan'ı ancak Lübnan kurtarabilir» diyerek, bu memleketteki hâdiselerin bir iç mesele olduğunu belirttikten birkaç gün sonra, Başkan Eisenhower, bunların tam tersini iddia etmiş, ve tarafsız Birleşmiş Milletler Kurulu raporuyla her noktasında çelişen bu iddialarına dayanarak, Güvenlik Konseyi kararını beklemeksizin harekete geçmiştir. Beklemek şöyle dursun, nasıl bir karar alması gerektiğine dair Güvenlik Konseyine âdeta talimat da vererek bu talimatı tehditlerle desetlemiştir.
Batılılar, kendi milletlerinin ve hattâ ordularının desteğinden yoksun bulunacak kadar zayıf ve yalnız «lider» lere dayanarak ve onları askerî kuvvetle destekleyerek Ortadoğu güvenliğini ve Ortadoğu'daki menfaatlerini koruyabileceklerini, Irak'taki son olaylardan sonra hâlâ umabiliyorlarsa, bu iyimserliğe şaşmamak elden gelmez.
Üstelik Birleşik Amerika'nın Lübnan'daki ve Irak'taki gelişmelerle ilgili olarak aldığı ve almağa hazırlandığı mahiyette tedbirler, Ortadoğu'da hiç bir meseleyi halle yardım etmeyeceği gibi, Sovyetlerin aynı mahiyetteki karşı tedbirlerini de davet edeceği için durumu büsbütün ağırlaştıracaktır. Zira Amerika'nın Lübnan'a asker yollarken kullandığı gerekçeyi, Sovyetler Birliğinin de kendisinden yardım isteyebilecek Suriye, Mısır, hattâ yeni kurulan Irak Cumhuriyetine asker yollamak için kullanabileceği pek tabiidir.
*
BÜTÜN bu mülâhazalara rağmen, diyelim ki Lübnan'da Amerikan teşebbüsünün bir dereceye kadar muvaffak olması ve Batı lehine Ortadoğu'da geçici bazı maddi sonuçlar sağlaması mümkündür!
Fakat bu geçici, maddî sonuçların sağlanması, Batı itibarının ve Birleşmiş Milletler otoritesinin bir daha kolay kolay, onarılamıyacak kadar zarara uğramasında Amerika'nın mânevi sorumluluğunu azaltmıyacaktır.
Biz Türkler Lübnan'daki Amerikan askerî hareketine bilfiil katılmış değiliz; buna rağmen, Amerika'nın altından kolay kolay kalkamıyacağı mânevi sorumluluğunu resmî bir demeçle paylaşmakta, Amerikanın Lübnan'a kuvvet göndermesini tamamiyle tasvib etmekte ve bundan memnunluk duymaktayız» diye dünyaya haber salmakta ve böylece Arapların bize karşı da düşmanlık ve şüphelerini büsbütün derinleştirmekte ne fayda vardır?
Bir buçuk yıl önce, İngiliz ve Fransızların Nâsır'a karşı askerî harekete geçmeleri üzerine, Amerika, Birleşmiş Milletler otoritesini öne sürerek bu hareketi önleyince Amerika'yı desteklemiştik. Şimdi Amerika, kendisi Birleşmiş Milletler otoritesini reddederek, İngilizlerle Fransızların bir buçuk yıl önce Ortadoğu'da giriştikleri maceranın bir benzerini tekrarlamağa hazırlanınca, bunu da destekliyoruz!
Kore Harbine katılırken Birleşmiş Milletler ülküsüne bağlılığımızı öne sürmüştük. Şimdi Lübnan'da Amerika'nın giriştiği hareketse Birleşmiş Milletler otoritesine açktan açığa karşı gelen bir harekettir. 1958 yazında Amerika'nın Birleşmiş Milletler otoritesine böyle meydan okuyuşunu da destekleyecek olduktan sonra, Birleşmiş Milletler ülküsü uğrunda yıllarca Uzakdoğu topraklarını kanımızla sulayışımız nedendi?
*
BAŞKAN Eisenhower, Lübnan kararıyla ilgili açıklamasını, iktidar ve muhalefet partilerinin kongre liderleriyle görüşüp onların tasvibini aldıktan sonra vermiştir. Onun için bu karar, haklı da haksız da, yanlış da doğru da olsa, Amerika için millî bir karardır.
Ya Türk hükümeti, Türkiye adına Amerika'nın bu millî kararını «tasvib» ederken kimlerin tasvibini almıştır? Amerikan İngiliz, Fransız Büyükelçilerinin mi?... İran Şahı ile Pakistan Cumhurbaşkanının mı?...
Türk hükümetinin bu «tasvib» kararını almasında ve ilân etmesinde bazı fayda ve zorunluluklar bulunabilir! Fakat bu fayda ve zorunluluklar Türk halkına veya Türkiye Büyük Millet Meclisine açıklanmış değildir.
Bütün başka mülâhazalar bir yana, daha birkaç ay önce Büyük Millet Meclisine sunduğu Lübnan'a askerî malzeme yardımı teklifini Meclisin alkışları arasında geri alan hükümet, şimdi bir müttefikimizin aynı memlekete asker yardımını hararetle desteklerse, ortada mutlaka izahı gereken bir görüş ve siyaset değişikliği bulunduğu kendiliğinden meydana çıkmaz mı?
Kaldı ki bazı müttefiklerimizle beraber Türkiye'deki Demokrat Parti iktidarının da Ortadoğu siyasetinin iflâs ettiği artık açıkça görülmektedir. Zaten, bir milletlerarası meseleyi halledebilmek veya güvenlik sağlıyabilmek için kuvvet kullanmaktan başka çare göremez hale gelmiş olmak, siyasetin, diplomasinin iflâs ettiğini teslim etmek demektir.
Bazı Batılı müttefiklerimizin Ortadoğu siyasetinin iflâs etmiş olmasında da, Demokrat Parti iktidarının, müttefiklerimizi bu bölgedeki gerçek durum hakkında gereği gibi, aydınlatıp uyaramamış, hattâ belki bizzat onları yanlış yollara sevketmiş olmaktan ileri gelen büyük bir sorumluluğu bulunsa gerektir.
Balkan Paktı rafa kaldırıldıktan, NATO'nun bizim güveniliğimizle ilgili sağ kanadı çatladıktan sonra, şimdi, Bağdat'sız kalan Bağdat Paktı'nın da fiilî değeri hemen hemen yok olmuştur.
Gene Demokrat Parti iktidarı sırasında Ortadoğu'daki bütün itibarımız yıkılmış, İran'la aramızdaki sınır parçası hariç bütün sınırlarımız ve kıyılarımız düşmanlarla, hiç değilse bize artık güven ve dostluk beslemeyen unsurlarla çevrilmiştir. Ortadoğu'daki Sovyet nüfuzu aldığımız tedbirlerle azalacak yerde büsbütün artmış ve artmaktadır.
Şimdi, Ortadoğu buhranının İkinci Dünya Harbinden bu yana en ileri safhaya vardığı bir zamanda olsun, Demokrat Parti iktidarının Ortadoğu ile ilgili olarak aldığı veya alacağı her yeni karar ve tedbiri şüphe ve kaygıyla karşılamak, memleket güvenliğiyle şuurlu olarak ilgilenen bütün Türklerin hakkıdır.
Hele Türk halkına ve Büyük Millet Meclisine hiç bir resmî açıklamada ve izahda bulunulmaksızın, kendi topraklarımıza, Güney sınırlarımız yakınına da büyük sayıda Amerikan kuvvetlerinin geldiğini öğrendiğimiz şu sırada, Demokrat Parti iktidarına, Ortadoğu siyasetinin sorumluluğunu el'an bir başına taşıdığını, bu durumda bu siyasetin millî bir siyaset sayılmasına imkân olmadığını bir daha hatırlatmak faydalı ve lüzumlu bulunsa gerektir.
BÜLENT ECEViT
D.P. iktidarının O.Doğu siyaseti
BUNDAN önceki yazımızda, Amerika'nın Lübnan'a asker çıkarmasının boşluğunu, faydasızlığını, tehlikelerini belirtmeğe çalışmıştık
Fakat çıkartmanın asıl hüzün verici, yönü, Birleşmiş Milletler otoritesine karşı gelinmesidir.
Başkan Eisenhower çıkartma hareketini Kongereye izah ederken, tarafsız Birleşmiş Mîlletler Gözlemcilerinin Lübnan'daki durum hakkında vardığı yargıları hiçe saymış, inkâr etmiştir. Birleşmiş Milletler Gözlemciler Kurulu, Lübnan'daki muhaliflerin dışardan yardım gördüklerine, hele muhalif kuvvetler arasında yabancı unsurlar bulunduğuna dair hiç bir delil elde edemediğini, bu kuvvetler elindeki silâhların İngiliz ve Fransız yapısı olduğunu açıkladıktan, durumu yerinde inceleyen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de «Lübnan'ı ancak Lübnan kurtarabilir» diyerek, bu memleketteki hâdiselerin bir iç mesele olduğunu belirttikten birkaç gün sonra, Başkan Eisenhower, bunların tam tersini iddia etmiş, ve tarafsız Birleşmiş Milletler Kurulu raporuyla her noktasında çelişen bu iddialarına dayanarak, Güvenlik Konseyi kararını beklemeksizin harekete geçmiştir. Beklemek şöyle dursun, nasıl bir karar alması gerektiğine dair Güvenlik Konseyine âdeta talimat da vererek bu talimatı tehditlerle desetlemiştir.
Batılılar, kendi milletlerinin ve hattâ ordularının desteğinden yoksun bulunacak kadar zayıf ve yalnız «lider» lere dayanarak ve onları askerî kuvvetle destekleyerek Ortadoğu güvenliğini ve Ortadoğu'daki menfaatlerini koruyabileceklerini, Irak'taki son olaylardan sonra hâlâ umabiliyorlarsa, bu iyimserliğe şaşmamak elden gelmez.
Üstelik Birleşik Amerika'nın Lübnan'daki ve Irak'taki gelişmelerle ilgili olarak aldığı ve almağa hazırlandığı mahiyette tedbirler, Ortadoğu'da hiç bir meseleyi halle yardım etmeyeceği gibi, Sovyetlerin aynı mahiyetteki karşı tedbirlerini de davet edeceği için durumu büsbütün ağırlaştıracaktır. Zira Amerika'nın Lübnan'a asker yollarken kullandığı gerekçeyi, Sovyetler Birliğinin de kendisinden yardım isteyebilecek Suriye, Mısır, hattâ yeni kurulan Irak Cumhuriyetine asker yollamak için kullanabileceği pek tabiidir.
*
BÜTÜN bu mülâhazalara rağmen, diyelim ki Lübnan'da Amerikan teşebbüsünün bir dereceye kadar muvaffak olması ve Batı lehine Ortadoğu'da geçici bazı maddi sonuçlar sağlaması mümkündür!
Fakat bu geçici, maddî sonuçların sağlanması, Batı itibarının ve Birleşmiş Milletler otoritesinin bir daha kolay kolay, onarılamıyacak kadar zarara uğramasında Amerika'nın mânevi sorumluluğunu azaltmıyacaktır.
Biz Türkler Lübnan'daki Amerikan askerî hareketine bilfiil katılmış değiliz; buna rağmen, Amerika'nın altından kolay kolay kalkamıyacağı mânevi sorumluluğunu resmî bir demeçle paylaşmakta, Amerikanın Lübnan'a kuvvet göndermesini tamamiyle tasvib etmekte ve bundan memnunluk duymaktayız» diye dünyaya haber salmakta ve böylece Arapların bize karşı da düşmanlık ve şüphelerini büsbütün derinleştirmekte ne fayda vardır?
Bir buçuk yıl önce, İngiliz ve Fransızların Nâsır'a karşı askerî harekete geçmeleri üzerine, Amerika, Birleşmiş Milletler otoritesini öne sürerek bu hareketi önleyince Amerika'yı desteklemiştik. Şimdi Amerika, kendisi Birleşmiş Milletler otoritesini reddederek, İngilizlerle Fransızların bir buçuk yıl önce Ortadoğu'da giriştikleri maceranın bir benzerini tekrarlamağa hazırlanınca, bunu da destekliyoruz!
Kore Harbine katılırken Birleşmiş Milletler ülküsüne bağlılığımızı öne sürmüştük. Şimdi Lübnan'da Amerika'nın giriştiği hareketse Birleşmiş Milletler otoritesine açktan açığa karşı gelen bir harekettir. 1958 yazında Amerika'nın Birleşmiş Milletler otoritesine böyle meydan okuyuşunu da destekleyecek olduktan sonra, Birleşmiş Milletler ülküsü uğrunda yıllarca Uzakdoğu topraklarını kanımızla sulayışımız nedendi?
*
BAŞKAN Eisenhower, Lübnan kararıyla ilgili açıklamasını, iktidar ve muhalefet partilerinin kongre liderleriyle görüşüp onların tasvibini aldıktan sonra vermiştir. Onun için bu karar, haklı da haksız da, yanlış da doğru da olsa, Amerika için millî bir karardır.
Ya Türk hükümeti, Türkiye adına Amerika'nın bu millî kararını «tasvib» ederken kimlerin tasvibini almıştır? Amerikan İngiliz, Fransız Büyükelçilerinin mi?... İran Şahı ile Pakistan Cumhurbaşkanının mı?...
Türk hükümetinin bu «tasvib» kararını almasında ve ilân etmesinde bazı fayda ve zorunluluklar bulunabilir! Fakat bu fayda ve zorunluluklar Türk halkına veya Türkiye Büyük Millet Meclisine açıklanmış değildir.
Bütün başka mülâhazalar bir yana, daha birkaç ay önce Büyük Millet Meclisine sunduğu Lübnan'a askerî malzeme yardımı teklifini Meclisin alkışları arasında geri alan hükümet, şimdi bir müttefikimizin aynı memlekete asker yardımını hararetle desteklerse, ortada mutlaka izahı gereken bir görüş ve siyaset değişikliği bulunduğu kendiliğinden meydana çıkmaz mı?
Kaldı ki bazı müttefiklerimizle beraber Türkiye'deki Demokrat Parti iktidarının da Ortadoğu siyasetinin iflâs ettiği artık açıkça görülmektedir. Zaten, bir milletlerarası meseleyi halledebilmek veya güvenlik sağlıyabilmek için kuvvet kullanmaktan başka çare göremez hale gelmiş olmak, siyasetin, diplomasinin iflâs ettiğini teslim etmek demektir.
Bazı Batılı müttefiklerimizin Ortadoğu siyasetinin iflâs etmiş olmasında da, Demokrat Parti iktidarının, müttefiklerimizi bu bölgedeki gerçek durum hakkında gereği gibi, aydınlatıp uyaramamış, hattâ belki bizzat onları yanlış yollara sevketmiş olmaktan ileri gelen büyük bir sorumluluğu bulunsa gerektir.
Balkan Paktı rafa kaldırıldıktan, NATO'nun bizim güveniliğimizle ilgili sağ kanadı çatladıktan sonra, şimdi, Bağdat'sız kalan Bağdat Paktı'nın da fiilî değeri hemen hemen yok olmuştur.
Gene Demokrat Parti iktidarı sırasında Ortadoğu'daki bütün itibarımız yıkılmış, İran'la aramızdaki sınır parçası hariç bütün sınırlarımız ve kıyılarımız düşmanlarla, hiç değilse bize artık güven ve dostluk beslemeyen unsurlarla çevrilmiştir. Ortadoğu'daki Sovyet nüfuzu aldığımız tedbirlerle azalacak yerde büsbütün artmış ve artmaktadır.
Şimdi, Ortadoğu buhranının İkinci Dünya Harbinden bu yana en ileri safhaya vardığı bir zamanda olsun, Demokrat Parti iktidarının Ortadoğu ile ilgili olarak aldığı veya alacağı her yeni karar ve tedbiri şüphe ve kaygıyla karşılamak, memleket güvenliğiyle şuurlu olarak ilgilenen bütün Türklerin hakkıdır.
Hele Türk halkına ve Büyük Millet Meclisine hiç bir resmî açıklamada ve izahda bulunulmaksızın, kendi topraklarımıza, Güney sınırlarımız yakınına da büyük sayıda Amerikan kuvvetlerinin geldiğini öğrendiğimiz şu sırada, Demokrat Parti iktidarına, Ortadoğu siyasetinin sorumluluğunu el'an bir başına taşıdığını, bu durumda bu siyasetin millî bir siyaset sayılmasına imkân olmadığını bir daha hatırlatmak faydalı ve lüzumlu bulunsa gerektir.
Koleksiyon
Alıntı
“DP İktidarının Orta Doğu Siyaseti,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1005 ulaşıldı.