Kuru musun, Yaş mısın?

Başlık: 
Kuru musun, Yaş mısın? 
Kaynak: 
Halkçı (Yeni Ulus), "Amerika'dan Mektup" s. 4 
Tarih: 
1954-11-20 
Lokasyon: 
Milli Kütüphane 
Metin: 
Amerikadan mektup:

Kuru musun, yaş mısın?

Güney eyaletlerinde bir aday seçmenlere "yaş" olduğunu söylerse yandı - Adaylarla beraber el sıkmaya gidiyoruz.

Yazan: Bülend ECEVİT

ÇALIŞTIĞIM gazetenin Yazı İşleri Müdürü, yakın kasabalardan birinde seçimlere hazırlanan bir tanıdığının seçim kampanyası hakkında fikir edinmem için beni davet ettiğini söyledi. Ben de zaten böyle bir fırsat gözlüyordum. Hemen kabul ettim.

Beni davet eden R. çok eski bir ailedenmiş. Geniş toprakları, bu toprakların ortasında mükellef bir konağı varmış. Bir - iki yıl önceye kadar yalnız çiftliğiyle uğraşırken, şimdi, S. kasabasında bir yazıhane açıp avukatlığa başlamış ve Eyalet Senatosu üyeliği için seçimlere girmeye karar vermiş.

Burada hemen bütün güney eyaletleri baştan aşağı Demokrat (Amerikalıların Demokrat Partisi bizim Cumhuriyet Halk Partisine tekabül ediyor). Hele benim bulunduğum Kuzey Carolina'da Demokratlar öyle kuvvetli ki bazı bölgelerinde Cumhuriyetçiler seçimlere girmiyorlar bile. Yalnız Kuzey Carolina'nın bir-iki ilinde seçimleri nedense öteden beri Cumhuriyetçiler kazanırmış. İşte benim gideceğim S. kasabası da bu illerden birindeydi. Onun için orada seçimlerin heyecanlı olması bekleniyordu. R., adaylığını Demokrat Partiden koyduğu için kazanabileceğini hiç ummuyormuş ama, çok saygı toplamış bir aileden olması durumunu kuvvetlendiriyormuş.

*

S ye varınca, kovboy filmlerindeki küçük kasabaların meydanlarına benzeyen, birer - ikişer katlı ahşap yapılarla çevrili geniş bir meydanda durdum. Yapılardan bazısının önünde tahta parmaklıklı verandalar vardı. Tenbel bir sonbahar güneşi ıssız meydanın üzerinde ılık ılık ışıldıyordu.

Karşıdan bir kır at üstünde Buck Jones çıkagelse şaşmıyacaktım. Ama şimdi kır atların yerini, meydanın kenarına çekili sıra sıra otomobiller almıştı. Kulağım kirişte, çifte kanatlı bir meyhane kapısının açılıp dışarıya tabanca sesleri vurmasını bekliyordum. Ama kovboy filmlerindeki meyhanelerin yerine şimdi sütçü dükkânları kurulmuştu. Zamane kovboyları otomobile biniyor, sütlü kahveyle kokakola içiyordu.

Bu küçücük S. kasabasının bulunduğu il meğer bizim Winston - Salem'den de sonra imiş. Meyhane şöyle dursun, dükkânlarda içki satmak bile yasak. Amerikalıların deyimi ile, burası <kuru> bölge.. İçki yasağı olan bölgelere «kuru», dükkânlarda içki satışının serbest olduğu bölgelere «yaş» deniliyor. Meyhanelerin de serbest olduğu bölgeler için ayrıca bir deyim yok. Çünkü Kuzey Carolina eyaletinde meyhane, içkili lokanta, bar açmak zaten mevzubahis değil.

İçki taraftarı ve içki aleyhtarı olanlar için de bu deyimleri kullanıyorlar. Mesela bu bölgede «yaş» bir politikacının seçim kazanması, Türkiye'de Türkçe ezan taraftarı bir politikacının seçim kazanması kadar imkânsız. Burada adaylık için birinci şart «kuru» olmak!

Seçmenler bir adaya ilk önce onu soruyorlar:

- Yaş mısın kuru musun?

Tabiî hepsi «kuruyum» diyor.

*

BU «kuru», kupkuru kasabanın güneşli ve ıssız meydanında R. nin yazıhanesini bulabilmek için çevreme bakınırken, karşıdan uzun boylu, orta yaşlı, sarışın bir adamın, elini sallayarak bana doğru geldiğini gördüm. Gülüşü, hâli tavrı, ve yakıştıraraktan ihmalkâr giyinişiyle, R., bir İngiliz asılzadesini andırıyordu. Zaten sonradan öğrendiğime göre, dedeleri İngiltere'nin asilerindenmiş.

R. beni meydanın karşı kaldırımında, bir doktorla bölüştüğü yazıhanesine götüdü. Burada kendisinin, kırık dökük eşya ile döşenmiş iki odası vardı.

Karısı M. bizi kapıdan karşıladı. Kırkına yaklaşmış dinç ve sevimli, zeki olduğu kadar da iyi bakışlı bir kadındı. Yerinde duramazcasına hareketli, susamazcasına konuşkandı. Zaten seçim kampanyasında da kocasından çok o koşup konuşuyormuş.

İçerde R. nin annesiyle tanıştık. O da oğlu gibi İngiliz asilerine benziyordu. Seçimler yüzünden oğlu yazıhanesiyle ilgilenemediği için aklı erdiği kadar yazıhanedeki işlere, gene seçimler yüzünden gelini evle ilgilenemediği için de okul saatlerinden sonra çocuklara o bakıyormuş. Biz otururken içeriye bir Demokrat Saylav girdi. Anadolulu bir Türk efendisine benzeyen, zeki yüzlü, babacan bir adamdı. Sevilen bir saylavmış. Hem çok konuşkandı hem de hiç konuşmazmış gibi bir hâli vardı. Kendi ilinde nasıl olsa Demokratlar kazanacağı için orayı bırakıp, R. yi desteklemek üzere buraya gelmişti.

Saylavdan sonra, kovboy filmlerinin karakterleri birer birer yazıhaneye gelmeye başladılar. Bunlardan en tipiği, kasabanın Belediye Başkanı [...] yakası açık, pos bıyıklı, [...] ve kemeri göbeğinin [...] bir adamdı.

Yazıhanenin iki kapı ötesindeki ufacık bir lokantada, lokantanın bütün masalarını birleştirip hep beraber bir öğle yemeği yedikten sonra gene meydana çıktık.

Politikacılar aralarında alçak sesle birşeyler konuşurken, R. nin karısı M. yanıma yaklaşıp kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladı:

- Karşıdan falanca geliyor, o demokrattır ama bizim saylava kızgındır, aman beraber görünmeyelim... Bak bak, Mr. N. geliyor, karşı taraftadır ama, ümitliyim, belki bizim tarafa çelebiliriz, gel de seni tanıştırayım... Şu adamı görmezlikten geldim, çünkü konuşsaydık belki de... Hah, filânca geliyor, aman selâm verelim.. Mr. Bilmem kim var ya, onun falan falandan haberi yok, onun için... Dur dur dur, şu hanımla muhakkak seni tanıştırmalıyım, yukarı mahallede çok nüfuzu vardır...

*

BAŞIM dönmeye başlamıştı. Politika ne zor işmiş! Üstelik konuşmasının bütün tatlılığına rağmen söylediklerinden bir şey de anlamıyordum. Hepsi, bilmediğim kimselerin bilmediğim iç yüzlerine ve siyasi entrikalarına dairdi.

Meydanda beni ayak üstü, türlü siyasi mülâhazalarla en az 15-20 kişiyle tanıştırdı. Acayip adlar başımın içinde kaynaşıyordu.

Nihayet, «Haydi gidiyoruz» denildi.

Yazıhanenin önüne [...] bir külüstür kaptıkaçtıya M. ile ikimiz bindik. Saylav, Eyalet Senatosu adayı R., ve mahkeme kâtipliği adayı tavukçu T., gene akıl erdiremediğim bir takım siyasi mülâhazalarla bizden ayrı gideceklermiş.

- Fabrikada buluşuruz, diyip ayrıldılar.

Yol asfalt olduğu hâlde külüstür kaptıkaçtı Arnavut kaldırımında gidermiş gibi sarsıyor, sarsıldıkça da arkadaki şeyler şangırdıyordu. Belli ki seçim mücadelesinde en çok o yıpranmıştı.

Şangırtının arasında sesimi duyurabilmek için haykırarak sordum:

- Ne fabrikasına gidiyoruz?

M. de haykırdı:

- Pamuklu kumaş fabrikasına!

Hâlbuki ben seçim kampanyası görmeye gelmiştim.

- Pamuklu kumaş fabrikasında ne yapacağız?

- El sıkacağız.

Kaptıkaçtının şangırtısından dert anlatamadığımı sanarak sesimi daha yükseltip gene sordum:

- Onu demek istemedim! Fabrikada ne yapacağız?

Bu sefer R.nin karısı kulağıma eğilerek tane tane söyledi:

- El - sıka - cağız! 

Dosyalar

1954.11.20.jpg
1954.11.20_B.jpg
1954.11.20_B.txt

Koleksiyon

Alıntı

“Kuru musun, Yaş mısın?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 28 Mart 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/321 ulaşıldı.