Winston-Salem'e Uzaktan Bir Bakış

Başlık: 
Winston-Salem'e Uzaktan Bir Bakış 
Kaynak: 
Halkçı, "Amerika'dan Mektuplar", ss. 5, 7 
Tarih: 
1955-02-26 
Lokasyon: 
Milli Kütüphane 
Metin: 
Amerika'dan mektuplar:

Winston-Salem'e uzaktan bir bakış

Amerikalıya göre, yardım ettiği milletler sadece kendi milletinden daha talihsiz milletlerdir

Yazan: Bülent Ecevit

Şimdi Winston - Salemden, 3 ayımı geçirdiğim ve bundan önceki Amerika mektuplarımda anlattığım küçük Amerikan şehrinden uzaktayım.

VVinston - Salem’de geçirdiğim 3 ay garip bir devre oldu. Bu 3 ay ne VVinston - Salem'den sonraki hayatımla bağlantılı.. O küçük şehirde belki tek yabancı bendim. Her gün gittiğim bir işim vardı: Bir gazetede çalışıyordum.. Konuştuğum dil yalnız İngilizce, görüştüğüm insanlar yalnız Amerika’lı, içtiğim kahve Amerikan kahvesi idi.

Bir çok dostlar edinmiştim. Daha 2 ay geçmeden bu dostlarla aramızda kurulan yakınlık, ne geçmişimizin ayrılığını akla getiriyordu ne de geleceğimizin ayrı olacağını...

Fakat 9 Ocak Pazar günü akşamı Winston - Salem birdenbire sona erdi. Trenle bu küçük şehirden ayrıldığım gün. VVinston - Salem'deki hayat benim için artık bir daha dönülmiyecek bir hayat olmuştu. Sanki 3 ay kendimi Türkiye’de bırakıp Winston - Salem adlı bir Amerikan şehrinde bir başka insanın hayatını yaşamıştım.

O başka insandan şimdi bana yalnız 3 avlık bir hayatın hatıraları kaldı.

Bu hatıralar insanlardan ibaret... Çünkü VVinston - Salem'in ne yapılarını, ne sokaklarını, ne güneşiyle ayını, ne ağaçlarını düşünüyorum. O yönlerden bakılınca alelâde, pek de güzel olmayan, hattâ geceleri sanki büsbütün yok olan bir şehir...

Onu bir balona benzetiyordum: Gündüzleri içine insan nefesleri dolunca şekil alıp canlanan, akşam 5'ten 6,dan sonra içindeki bu insan nefesleri boşalınca sönüp ortadan silinen bir şehirdi... İstanbul gibi tabiatının güzelliği, tarihinin zenginliğiyle, Paris gibi eğlenceleri, sanat eserleriyle değil, yalnız insanlariyle, birbirini bilen, seven ve düşünen insanlariyle yaşıyordu.

Onun için, VVinston - Salem’deyken, hayatın insanlardan ibaret olduğuna, Winston - Salem'den ayrılırken de ölümün insanı dünyadan değil ancak insanlardan, sevdiği insanlardan ayırdığı için acı olacağına inandım.

VVinston - Salem’den yolladığım ilk mektupları hatırlıyorum!.. Bu mektuplar, Amerika’daki hız perdesinin ve makina duvarının ardında insan ruhu yaşıyabilir mi...... bu hızlanmış, makinalaşmış ve düzenlenmiş hayat bizim alıştığımız birçok bağları koparırken insanlar arasında bir mânevi alışveriş kalabilir mi...... ve nihayet, tabiatı ancak otomobil pencerelerinden görmekle hayatın tadına varılabilir mi?... diye şüphelerle doluydu.


Fakat şimdi. VVinston - Salem'den ayrıldığımdan beri yazdığım bu ilk mektupta, Amerika'lıların hayatı insanlar arasındaki bağlardan ibaret gördüklerini ve bu bağlarla yaşadıklarını, ve tabiat zenginlikleri dünyayı ne kadar güzelleştirirse güzelleştirilsin, bir ömür sonunda hayatın muhasebesi yapılırken insanlardan başka hiç bir şeyin, ne tabiat zenginliklerinin ne başka dünya nimetlerinin, bir değer taşımıyacaklarını düşünebiliyordum.

Oysa ki Amerika’ya gelmeden önce Amerika’nın hemen yalnız kocaman yapılarını, makinalaşmiş hayatını, rahatlığını, eğlence ve zenginliğini dinler ve okur, Hollywood filmlerinde bunları seyrederdim, ve bunları merak etmediğim için de Amerika’yı pek merak etmezdim.

Amerika'yı insanların iç hayatının sıcaklığı, insanlar arasındaki bağların sıkılığı yüzünden seveceğimi aklıma bile getirmezdim.


Hollywood filmlerinin anlatmadığı şeyler


AMERİKA kadar yanlış tamının bir memleket daha olmasa gerek.. Buraya gelen yabancılardan çoğu ya büyük şehirlerin büyük yapıları, sayısız otomobilleri, metroları arasında, ölçülerin büyüklüğünden ve günlük hayatın hızından başları dönmüş, gözleri ve kalbleri bu memlekete kapalı yaşıyorlar, ya da üniversite kasabalarında kendi vatandaşları ve başka yabancılar arasında, Amerika’yı da, Amerika’lıyı da tanıyamadan yıllar geçiriyorlar. Radyolardaki popüler şarkıların, televizyondaki saçmalıkların dünyasını Amerika sanıp, Amerika'dan bu programların uyandırdığı intibalarla ayrılıyorlar.

Başka memleketlerde oturanlarsa, Hollywood filmlerinde, Amerika’lıların bile bilmediği, hattâ artık beyaz perdede de pek seyretmek istemediği, gerçekte var olmıyan bir Amerika görüyor, yahut, asıl Amerika’nın başladığı küçük şehirlerde okunmayan büyük şehir gazeıelerine göz gezdirerek Amerika’daki günlük hayatı önrendiklerini sanıyorlar.

Amerika'yı başka memleketlere en iyi niyetli Amerikalılar da tanıtamıyorlar. Çünkü Amerika’lıyı Amerika’lı yapan buradaki hayat düzeni... Bu o kadar değişik bir düzen ki onun dışına çıkan Amerika’lı güneşsiz kalmış çiçekler gibi yapraklarını örtüp kendi dünyasına kapanmak zorunda kalıyor. Üstelik, dost olarak hizmet etmek için gittiği yabancı memleketlerden çoğunda ya düşmanlık ya da kıskançlık bulduğu için hayal kırıklığına uğruyor.

Bana Winston - Salem’de bir gün,

— Neden başka memleketlerde kimse bizi evine çağırmaz?

diye soran Amerikalının gözleri dolu doluydu.

Buna başka bir Amerika'lı cevap verdi:

— Hem bir insana yardım edip hem de onun dostluğu kazanılabilir mi sanıyorsun?

Başka bir gün de askerliğini dışarda yapmış bir genç Amerika’lı, birkaç kadeh viskiden sonra ağlıyacak gibi sesi titreyerek içini döktü:

— Sen gazetecisin, dedi, ne olur, yazılarınla herkesi temin etsen ki bizim başkalarına yardım etmek istememiz içimizde bir kötülük olduğundan değil...

Sonra ilâve etti:

— Bizden daha talihsiz insanlar sıkıntı içindeyken o sıkıntıyı gözlerimizi, kulaklarımızı kapayıp da burada bu rahat hayatı sürebilir miyiz?

Dünyanın başka memleketlerinden, o memleketlerin sıkıntılı hayatlarından ayrılıp Yeni Dünyaya gelmiş ve mesut olmuş Amerika'lı şimdi kendini bütün başka memleketlere bir nevi borçlu hissediyor.

«Yoksul milletler... Geri milletler» gibi sözler burada Amerikalıların ağzından duyulmayan sözler... Amerika'lıya göre, yardım ettiği milletler, sadece, kendi milletinden «daha talihsiz milletler» dir.


Winston - Salem mümkün mü?


İŞTE hizmet etmek, yardım etmek için gittiği memleketlerde evlerin kapılarını ve insanların kalblerini kendisine kapalı bulan, ve güneşsiz kalıp da yapraklarını örten çiçekler gibi gerçek benliğini saklıyan Amerika'lıyla, Winston - Salem’de 3 ay onun kendi hayatını yaşamaya fırsat buldum.

Amerika o kadar geniş bir ülke ve bu ülkenin çeşitli bölgeleri biribirinden o kadar değişik ki Winston - Salem’lileri tanımakla bütün Amerika’lıları tanımış sayılıp sayılamıyacağımı bilemem. Eğer bütün Amerika’lılar, hiç değilse büyük merkezlerden uzakta, gerçek Amerika’nın başladığı küçük topluluklarda yaşayan Amerika’lılar, Winston - Salem’de tanıdığım insanlar gibi iseler, Amerika dünyaya pek çok şey öğretebilecek, maddî olmayan da pek çok şeyler verebilecek bir ülke demektir.

Yabancılarsa Amerika’nın dünyaya verebileceği şeyleri hep maddî ölçülere vurmaya alışmışlardır. Amerika'nın dünyaya hizmetini ancak dağıttığı dolar, yolladığı makinalar, verdiği buğdayla ölçerler.

Bunun suçu Yeni Dünyada değil, Eski Dünyada, daha doğrusu Avrupa’dadır. Amerika’lıyı materyalizmle itham eden Avrupa’lı, yüzyıllardan beri kendi alışık olduğu madde ve millî menfaat ölçülerinden başka bir ölçü bilmemenin, tanımamanın kurbanı olsa gerektir. «Bizim başkalarına yardım etmek istememiz içimizde bir kötülük olduğundan değil» sözünün içtenliğine bir Avrupa’lıyı inandırabilmek kimbilir ne kadar zor olur!

Winston - Salem Amerika’yı ne dereceye kadar temsil eder bilmiyorum ama, Winston - Salem’in gerçek olduğunu, gerçek olduğu için de, buradaki hayatı, mânevi değer ölçülerini ve ahlâk anlayışını bütün Amerika’da, hattâ bütün dünyada kurmanın mümkün olduğunu biliyorum.

Onun için bundan sonraki yazılarımda da Winston - Salem’i, Winston - Salem’in insanlarını anlatırken bir insanlık ülküsünü anlatmış olacağımı düşünüyorum. 

Dosyalar

1955.02.26_B.jpg
1955.02.26_B.txt

Koleksiyon

Alıntı

“Winston-Salem'e Uzaktan Bir Bakış,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 20 Nisan 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/13 ulaşıldı.